28 Aralık 2009 Pazartesi

Hiyerarşik Yönlendirme (Hierarchical Routing)

İyi akşamlar herkese. 05:50'de başlayıp 18:10'da biten bu uzun günün akşamında, yeni bir yazıya başlamak üzereyim. :) Bu akşamki konu hiyerarşik yönlendirme. Routing (yönlendirme) algoritmalarından bir tanesi oluyor kendileri.

Bu yönlendirme algoritmasının çıkma nedenlerinden en büyüğü, bölgelere özerklik sağlamasıdır. Ağı(network'ü), belirli bölgelere ayırma esasına dayanır. Örneğin firmalar, kendi yönlendiricilerini istedikleri gibi kontrol edebilir ve yönetibilirler, bu sayede.
Aşağıdaki resme dikkat buyurun.


Resimde de gördüğünüz gibi network 5 bölgeye ayrılmış. Her bölge kendi içinde bağımsız. Bölgelerin içinde noktayla gösterilen şeyler birer "router". Aynı bölge içerisindeki router'lar, aynı yönlendirme protokolünü kullanır ve birbirlerinden haberdardırlar. Hepsi aynı yönlendirme protokolünü kullanır çünkü hepsi bir paketi, belirledikleri hedefe en kısa yoldan nasıl ulaştıracağını hesaplar. Aynı protokolü kullanıyoruz ki, hepsi aynı sonucu hesaplasın ve aynı şekilde davranabilsin. Eğer farklı yönlendirme protokolünü kullanmış olsaydık, bir router derdi ki, en kısa yol benim gösterdiğim; diğeri de derdi ki, en kısa benim yolum... Böylece aynı bölge içinde tam mutabakat sağlanmış olmakta. Ancak farklı region'lar farklı yönlendirme protokolünü kullanabilirler. Ayrıma dikkat edin. ;)

Hemen bir kavramdan bahsedelim bu noktada: ağ geçidi yönlendiricisi(router). Diğer region ile bağlantı kuran router'lara verilen addır. Örneğin yukarıdaki şekle bakalım. Region 1 ve Region 3 arasındaki bağlantıyı 1C ve 3B sağlamakta. Dolayısıyla bu ikisine ağ geçidi yönlendiricileri denmektedir. Keza diğer bağlantıları sağlayan router'lara da...

Yukarıdaki resimde 2 tane tablo var. Sol taraftaki uzun tablo hiyerarşik yapı kullanMAdığımız durumu ele almakta. Tablo 1A router'ı için oluşturulmuş. 1A'ya gitmesi gibi bir durum olmadığından ilk satıra - çekilmiş. 1B'ye nasıl gideceğine bakıyor, 2. satır da... 1B'ye, 1B üzerinden gider. Saçma geldi farkındayım. :) Tablodaki mantık şu: sadece kendi region'ındakiler üzerinden nasıl gideceğini ve kaç adımda gideceğini buluyorsun. Örneğin aynı tabloda 4. satıra bakalım... 2A'ya nasıl gideceğiz? 2A Region 2'de. Region 2 ile bağlantıyı da 1B router'ı kuruyor(Şekle bakarsanız 1B ile 2A arasındaki bağlantı ile bağlılar). Dolayısıyla 2A'ya gitmek için, 1B'ye gitmeli. O yüzden 4. satırın ilk sütununa 1B yazılmış. İkinci sütuna geçelim. 2A'ya kaç adımda gider? Önce 1B'ye gider(1.adım).. sonra 2A'ya gider(2.adım).. Yani 2 adımda gider... Dolayısıyla 2 yazdık oraya da. Tablonun geri kalanı da bu şekilde dolduruluyor.

Karıştıysa sorabilirsiniz, Till Lindeman şov başladı şu an odada; şarkıya dalıp da karmaşık anlatmış olabilirim. :D

Gelelim resmin sağ tarafındaki kısa tabloya. Bu tablo da, hiyerarşik yapıyı kullanmıştır. Bunda 2A 2B 4C vs. yok. Sadece kendi bölgesindekileri tabloda belirliyor. Ardından diğer bölgelere, kendi bölgesindeki hangi router üzerinden, kaç adımda gideceğini hesaplıyor. Böylelikle sadece paketleri o region'a veriyorsunuz. Gersine karışmıyorsunuz. Yazının başında bahsettiğim özerk yapı devreye giriyor ve paketler uygun router'a, uygun şekilde iletiliyor.

Konu bu kadardı. Bugün Beşiktaş Kulübünden yeni yıl kartı aldım, çok düşünürlermiş beni. :P :)

Olur da giremezsem, herkesin yeni yılını şimdiden kutlarım.

Görüşmek üzere..

20 Aralık 2009 Pazar

DoD(Department of Defence) Network Modeli

Merhabalar herkese.

Bugün bahsedeceğim konu bir ağ modeli. OSI'den önce var olan bir modeldir. Tıpkı OSI gibi katmanları var bunun da. OSI 7 katmandı hatırlarsanız.. DoD ise 4 katmandan oluşmakta. Aynı OSI gibi tüm katmanlar birbirleriyle iletişim halindedir. Ve çalışabilmeleri için diğer katmanların mevcudiyetlerine bağımlıdırlar. Yukarıdan aşağıya doğru veri akışı olmazsa, katmanlar da işlerini yerine getiremez yani...



4 katmanı belirtelim isterseniz:

  • 1. Network Interface/Access Layer (Ağ Arayüz/Erişim Katmanı)

  • 2. Internet/Internetworking Layer (Ağlar Arası Katman)

  • 3. Host-to-Host Layer (Bilgisayarlar Arası Katman)

  • 4. Process/Application Layer (İşlem/Uygulama Katmanı)


Kısaca açıklayalım..

1. Network Interface/Access Layer (Ağ Arayüz/Erişim Katmanı): OSI'deki DataLink Layer (Veri Bağlantı Katmanı) ve Physical Layer (Fiziksel Katman)'a karşılık gelir.

2. Internet/Internetworking Layer (Ağlar Arası Katman): OSI'deki Network Layer (Ağ Katmanı)'a karşılık gelir.

3. Host-to-Host Layer (Bilgisayarlar Arası Katman): OSI'deki Trasnport Layer (İletim Katmanı)'a karşılık gelir.

4. Process/Application Layer (İşlem/Uygulama Katmanı): OSI'deki Session Layer(Oturum Katmanı), Presentation Layer(Sunum Katmanı) ve Application Layer(Uygulama Katmanı)'a karşılık gelir.

Dikkat ettiyseniz sürekli OSI'ye bağladım. :) OSI çokça bilinen bir model ve standartlaşmış bir yapıdır. Haliyle ne iş yaptıklarını anlamanız için de atıfta bulunmayı tercih ettim. Gerçi böyle yapmazsam çok uzardı yazı da, neyse. :D

İyi pazarlar hepinize..

30 Kasım 2009 Pazartesi

Admission Control(Anlaşma Kontrolü)

Bu akşam coştum, üst üste üçüncü yazım. :)
Trafiği düzenleyen algoritmalardan Token Bucket ve Leaky Bucket'ı bir önceki yazımda anlatmıştım: http://gurkanalkan.blogspot.com/2009/11/leaky-bucket-vs-token-bucket.html

Şimdi de yine aynı amacı güden farklı bir yöntemden bahsedeyim. Bu yöntem connection oriented çalışmalıdır. Yani bir setup kurulur ve handshake yapılır. Adı üstünde, antlaşma esasına dayalı bir yöntem bu. Paketi gönderenin önerdiği bir antlaşmadır bu. Ben konuları bizim üniversitedeki slaytlardan sürdürüyorum. Orada açıklama yok bu arada, eğer bu konularla ilgiliyseniz, bence bir okuyun bunları. Anlaşmada belli parametreler belirlenir. Örneğin token bucket algoritması ile trafik idare edilecekse: token bucket oranı ve token bucket uzunluğu. Peak data rate olabilir. Yani, verinin en hızlı olabileceği oran. Maksimum paket uzunluğu ve minimum paket uzunluğu. Maksimumu anlamışsınızdır da, neden minimum da anlaşmada diye düşündünüz mü acaba? Sebepleri: Boşuna trafiğin işgal edilmek istenmemesi; kullanılan ortamın sinyal taşıma hızına uygun olmasının istenmesi; paket çok küçüldüğünde hissetme süresinin uzamasından mütevellit, bolca collision oluşması. En önemlisi de sonuncusu zaten. Bu sebepten Minimum paket uzunluğu da anlaşmada belirtilir.

Bu kısa bir konuydu arkadaşlar. Bu gece burada bitti. :) Burhan Altıntop başlamış, o yüzden: ben aslında yohuuuuuum. :D

Leaky Bucket vs. Token Bucket

Bir kez daha merhaba herkese. Az önce Avrupa Yakası'nın bomba bir bölümünün gösterileceğini öğrendim ve o gazla bir yazı daha yazayım dedim. :)

Leaky Bucket Algorithm(Sızdıran Kova Algoritması) ile başlayalım.
Leaky Bucket Algoritması
Resimde de gördüğünüz üzere ortada bir kova olduğunu düşünün. Su, kovanın altındaki delikten sabit bir hızla akmakta. Buradaki önemli nokta, ne kadar su olursa olsun, veya network diliyle konuşalım, ne kadar paket gelirse gelsin, sabit hızda paket aşağı geçer.
Sağdaki resme bakarsanız, istasayondan(host computer) gelen paketler son derece düzensiz bir şekilde akmakta. Ancak kovaya gelen paketler, yukarıda da belirttiğim üzere, sabit hızla akacağından, kovanın altındaki paketlerin akışının son derece düzenli olduğunu görmektesiniz.
Kova doluyken ne olacak peki? Evet, orada patlıyor bu algoritma. :) Kova dolu olduğunda paket gelirse, o gelen paketler eşekler cennetini boylar. :) Kaybolur o veriler artık.
Host computer, her bir saat vuruşunda [veya Ahmet Sertbaş hocamızın deyimiyle, her clock cycle'da :) ], ağa 1 paket gönderebilir. Ağda paketler kuyruk mantığındadır. Ancak paketin boyu büyükse örneğin, her saat vuruşunda belli miktarda veri gönderilir, komple paket gönderilemez.

Token Bucket Algorithm(Jeton[Halka] Tutan Kova Algoritması) ise daha farklı mantıktadır. Bunda hiç veri kaybı olmadan, akış miktarının arttırılması suretiyle işleyiş sağlanıyor. Resme bakın siz önce en iyisi. :)
Token Bucket Algoritması
Token nedir peki? Bunu anladığınızda olayın büyük kısmı bitiyor. :) Token'ı, kovanın içinde açılan bir alan gibi düşünün arkadaşlar. 1 token varsa, o kova 1 paketi alabilir demektir. Yani kova, token sayısı kadar paketi bünyesinde barındırabiliyor.
Her bir saat vuruşunda kovaya bir token ekleniyor. Yani bu sayede bir paket daha alabilecek kapasiteye geliyor. Resme bakın tekrar(sol tarafa). 4 paket geliyor kovaya. 3 token'ı var kovanın. Haliyle 1'ini alamayacak. Sağ tarafa dikkat buyurun şimdi de, 3 paket kovadan çıkmış ancak diğer paket hala kuyrukta bekliyor. Bu arada kova paketi atarken, token da yok ediliyor. Kullanılan token'ı yok ediyor yani. Bunda hız sabit falan olmadığından, host, birçok paketi aynı anda gönderebilir.
Token sıfır olursa ne olacak peki? Haliyle paket alamaz. Token'ı azalınca, kova host'a haber salar. Böylece gönderimi durdurmasını sağlar. Eğer bunu host'a değil de, router'a bildirseydi ne olurdu? Haber vermesinden evvel yola çıkan paketler kaybolurdu, pek tabidir ki.

Bu konu da burada bitti. Bugün yazmadığım günlerin acısını çıkarıyorum.
Bu arada Los Galacticos'a ne olduu? :D Top oynamadan 2. sıraya kadar çıktık. Haftaya da lideriz, yazın bir yere. :D Fena gaza geldik. :)
Görüşürüz..

Oracle Veritabanı Mimarisi - SGA&PGA

Merhaba herkese. Uzun zaman sonra yazma fırsatım oldu.

Siteye bir süredir elle tutulur bir şeyler yazamıyordum. İş yerinde zaten günler yorucu geçiyor ve üstüne teknik konularla uğraşmak istemedim açıkçası. :) Bir SQL Server'cı olarak bir süredir Oracle(Toad ile) kullanıyorum. Mimarisi hakkında bir yazı yazmak istedim. Uyguladıklarım ve öğrendiklerim ışığında hoş bir yazı olacak sanıyorum, çünkü gördüğüm kadarıyla netteki Türkçe yazılar genelde birbirlerinin aynısı ve anlamsız çevirilerden ibaret. Sıkmadan yazmak istiyorum her şeyden önce. :)

Oracle'ın aslında güçlü olmasını sağlayan en önemli konulardan birisi, belki de en önemlisi, memory management konusudur. Hafıza Yönetimi. Oracle'da iki temel hafıza bileşeni vardır:

  • SGA(System Global Area)

  • PGA(Program Global Area)


Anlatmaya SGA ile başlayalım isterseniz. Anlatımlardan sonra da kısa bir karşılaştırma yaparız.

SGA, alt alanlara bölünmüş bir yapıdır. Shared Pool(Library Cache-Data Dictionary Cache-Result Cache), Buffer Cache, Large Pool, Redo Log Buffer, Java Pool ve Stream Pool.

  • Library Cache: Her PL/SQL ifadesi çalıştığında bir çalışma planı(execution plan) oluşur. Exec planın tutulduğu yerdir burası. Plan kısmını şöyle anlatayım: Burdan işe gitmem için 6 farklı yol(plan) var. Bu planlar içinde en az masraflısını çıkartır bize Optimizer(bunun ne olduğuna takılmayın, sonraski yazılarda yazarım bunu da). Dikkat edin, en hızlı plan demedim, en masrafsız plan dedim. İşe helikopterle gidersem en hızlısı olur şüphesiz ama çok çok masraflı olur. Bu yüzden eğer kullandıysanız daha önce, indeks yaratsanız da bazen yarattığınız indeks kullanılmayabiliniyor. Ayrıca bu exec plan aşaması, bir SQL ifadesi çalıştığında en çok masraf yapılan aşamadır.

  • Data Dictionary Cache: Hak kontrolü, tablo kontrolü, istatistik kontrolü vs yapar. Hepsine bakar ve bilgileri cache'e atar.

  • Result Cache: Sadece sonuç tutulur bu alanda. Lookup tabloları içindir daha ziyade. 11g ile geldi.

  • Buffer Cache: Data file(veri dosyaları)'larından okunan data bloklarının kopyasını tutar. Yani bildiğiniz veri var bunda. :) İlk kez bir sql ifadesi çalıştığında, server process bir data bloğu ister ve bu bloğun buffer cache'de olup olmadığına bakar. Eğer varsa(cache hit), direkt olarak bellekten okur. Diske gitmez. Bellekten okumak mantıksal bir iştir; diske gitmek ise fiziksel bir iştir. Diske gitmek çok zaman kaybettirir. Eğer data bloğu buffer cache'te yoksa(cache miss), disteki data file'lardan data bloğunu alır, buffer cache'e koyar bir kopyasını.

  • Large Pool: Opsiyonel bir alandır. Paralel işlerde, RMAN(Recovery Manager) işlerinde, Oracle Mimarisinde değişiklik yapıldığında vs. kullanılabilir.

  • Redo Log Buffer: Veritabanına yapılan değişikliklerin bilgisini tutan buffer'dır. Bu bilgi Redo Entry'lerde tutulur. Veritabanının yeniden yapılandırılması, düzenlenmesi vs. gerektiğinde bu entry'lerdeki bilgi kullanılır. Redo entry'leri, server process'leri tarafından redo log buffer'a kopyalanır. Buffer'da sıralı bir şekilde tutulurlar. LGWR(log writer, I/O'dan sorumlu bir background process'i) de, redo log buffer'daki entry'leri, diskteki aktif redo log dosyasına yazar. Ne zaman yazacağı kısmı biraz farklı. Oracle'daki amcalar şöyle diyor: "Log Buffer'ın 3'te 1'i dolduğunda; LGWR'ye COMMIT veya ROLLBACK çakılırsa; DBWR, LGWR'ye yazmasını söylerse", LGWR de yazıyormuş. :) Makinenizdeki CPU sayısına bağlı olarak da, birden fazla redo log dosyanız olabilir.

  • Java Pool: Bunu hiç kullanmadım. Java'ya özel durumlarda kullanıldığını duymuştum.(Java Virtual Machine'de veriler olduğunda, Java kodları olduğunda vs.)

  • Stream Pool: Oracle streamleri tarafından kullanılır bu alan. Oracle'ın streamleri için bellekte yer açarlar. Replikasyon ürünüdür. Nerede lazım olur derseniz; işyerinizdeki sunucunuzun birebir kopyasını başka yere taşımak istediğinizde, Stream Pool ile işiniz var demektir. ;)


SGA'lar bitti arkadaşlar. Ufaktan PGA'lara dalalım artık. :)

PGA'da herkese özel bir bellek alanı verilir. Yani bir session kavramı söz konusu. Bunun yanında, Cursor bilgisi de mevcuttur. Örneğin siz bir silme(delete) işlemi yaptığınızda da cursor açılıyor. Ancak otomatik olarak açıldığı gibi, otomatik olarak da kapanıyor. Fakat siz kendi cursor'unuzu yazarsanız, kaydı bellekte tutulur. Ta ki siz onu kapatıncaya kadar. PGA'daki bir diğer kavram da SQL'lerin alanları. Bunlar: Sort alanı, Hash Join alanı, Bitmap Alanı. Sort'tan kastımız group by, order by gibi işlemler. Hash Join dediğim ise şu: 2 tane çok büyük tablonuz olduğunu düşünün. Bunları 50'şer 50'şer join etmenizdir. BitMap alanı ise, farklılığı az olan şeylerde kullanılan bir alandır. Bir select attığınızda kayıtların %50si gelebilmeli örneğin. Cinsiyet kavramı mesela BitMap'e çok uygun. 0,1 mantıksal işlemleri de aynı şekilde... PGA için toplam bellek alanı PGA_AGGREGATE_TARGET parametresi ile verilebilir.

Genel anlamda SGA ve PGA'ların ne oldukları konusunda artık fikriniz var tahmin ediyorum. Kıyaslama yapalım kısaca şimdi. OLETP çalışıyorsanız(örneğin bankacılık, para geldi-gitti vs. çok hareketli), memory'yi %80 SGA - %20 PGA olacak şekilde ayarlamalısınız. Datawarehouse çalışıyorsanız, PGA'ya yüklenmeniz gerekecektir. Keza bir raporlama yapıyorsanız bizim gibi, %50 SGA - %50 PGA uygun olabilir sisteminize. Yani işin özü; insert, update, delete önemliyse SGA çok önemlidir. Ancak select önemliyse, PGA baskındır.

10g'de SGA ve PGA için toplam bellek alanını veriyordun. Yani her ikisine de elinizle ayrı ayrı bellek alanı veriyorsunuz. Ancak kendi içlerinde Oracle onları otomatik olarak yönetiyordu.
11g'de ise, tek bir tane bellek alanı veriyorsunuz. SGA ve PGA'yı otomatik olarak arttırıp azaltabiliyorsunuz.

Bu yazı burada biter. Umarım açıklayıcı olmuştur. :) Sonra görüşürüz..

22 Kasım 2009 Pazar

Beşiktaşımız:3-0:Fener

Güzel bir pazar akşamından merhaba herkese. Dünük maç hakkında kısa bir yazı yazayım dedim. :)

Öncelikle ezeli rakip olmasından dolayı önem verilen bu maçın, aslında sıradan bir Anadolu takımıyla yaptığımız maçlardan farkı yoktu. En rahat maçımızı oynadık. Kötü bir kadromuz var, bunun farkındayım. Ama buna rağmen zirve yarışına ortak olduk yine. Ligin kalitesini siz düşünün artık. :)

Maçta uzaktan attıkları 2 şut dışında pozisyonu olmayan fenerli arkadaşlarım, bugün hakeme yüklendiler hep. :) Önce bir kendi oyunlarına baksalar daha iyi olacak. Üstelik hakemlik bir şey de yoktu pek. Son gol ofsayttı, kabul. 80 küsürde 3. golün ofsayt olması skora değiştirmezdi hiç şüphesiz. Skoru değiştiren hatalar Bünyamin Gezer, Yunus Yıldırım gibi hakemlerin(!), Kadıköy'de bizi 10 kişi bırakmaları, uydurma penaltılar vermeleridir. Bunlar direkt skora yöneliktir. Efendim deniyor ki Gökhan düşürülmüş... Yuh artık. O pozisyona penaltıyı çalın, sonra Avrupa'da niye başarısız diye ağlayın sürekli. Rıdvan Dilmen, sinirden, dün yorumlarında bayağı taraflıydı. Hakem bizi hoşgörmüşmüş. Yenilgiyi kabullenip, tebrik etmesini bilmek de büyüklüktür. Nerdeee...

Ama bu bizi aldatmasın. Berbat oynuyoruz, berbat yönetiliyoruz... Özellikle Y.D'nin bir an önce onurlu bir hareketle adaylıktan çekilmesini bekliyorum. Mazlumları oynamasın hiç. Şeref tribününde taraftara ettiği küfürleri unutmadık. Ama ne hikmetse küfür etmeyen insanlar da ceza yemiş. Tribün terörü bitirilecekmiş. Tribün terörü Diyarbakırda yaşandı, Bursa'da yaşandı, Kadıköy'de yaşandı... Irkçılık da dahil olmak üzere Samiyen'de yaşandı. Önce bir onları görün. Protesto edenlere saldırın; onlar kızıp laf etsin; siz de onlara ağır cevaplar verin. Gidin bir de tüm suçu onlara yükleyin. Ağır kelimeleri kendime saklıyorum ama bunu düşmanın yapmaz. Y.D'nin skandallarla dolu döneminin son bulmasını temenni ediyorum.

Yeter Demirören Yeter!!..

Az kalsın unutuyorduum. Şeref Yalçın'a da bir sözümüz var. Taraftarın yaptığı tutarlılıktır, kararlılıktır. Ucuzluk olan ise: Christiano Ronaldo transferini gölgede bırakacak transfer yapacağız deyip, Tabata'yı almaktır. Yüzsüzlük olan: Tabata'nın tüm bonservisini ben karşılayacağım deyip, sorumlu olduğu şubenin parasını vermemektir. Herkes haddini bilecek. Beşiktaş kimsenin babasının malı değil.

Forza Beşiktaş!!..

14 Kasım 2009 Cumartesi

Ordan Burdan

İyi akşamlar herkese.

Yorucu bir haftanın tam gaz ortasında bu yazıyı yazmam bir mucize olsa gerek. 3 günlük şirket eğitimini de yarın en nihayetinde tamamlıyoruz. Maalesef tatil yapamadan yoğun bir haftya girmiş olacağız. Ancak Tuning konusundaki müthiş anlatımını ve tavsiyelerini dinlemekten zevk aldığım Sayın Zekeriya Beşiroğlu'na çok teşekkür etmek istiyorum. Sorguların maliyetlerini bu denli hesaba katmak hiç bir zaman aklıma gelmezdi doğrusu.

Bunun dışında ilk kez yarın basket maçımıza gidemeyeceğim. Maalesef eğitimin süresi oldukça uzun, maç da bu zaman aralığının içinde kalıyor. Bu arada, haftaya Nefes filmine gitmek isteyen varsa, benimle irtibata geçsin. Ben gitmeyi düşünüyorum. :)

Sırf yazı yazmak için girdim. Bu ay pek uğrayamamışım. :) Yeni yazı da yakındır(!). Görüşmek üzere...

Dip Not: Tuğrul, şu siteni güncelle artık. :)

10 Kasım 2009 Salı

Sen Uyudun Asılanlar Dirildi...

Yine bir 10 Kasım geldi ve geçiyor. İlkokuldan beri, hatta daha öncesinde de, 10 Kasım geldiğinde hep bir hüzün kaplamıştır bedenimi. Anlamı çok fazlaydı. Ülkemi kurtaran kahramanımızı kaybettiğimiz gün idi. Hala da o günlerdeyim...

Sırf bu yazıyı yazmak için siteye girdim. Sabah gördüğüm manzara içimde tarifsiz bir öfkeye sebebiyet verdi. Sirenler çaldığında, Ulu Önder'imize saygı duruşunda bulunuruz normalinde. Ancak koskoca yolda 5 kişi saygı duruşuna katıldık. Ne arabalar durdu, ne diğer insanlar umursadı. Eşek kadar lise öğrencileri, kendilerine bu ülkeyi miras bırakan Önder'ini önemsemiyordu. Ellerinde cep telefonları, birbirlerine mesajlarını gösterip kişnediler. Orta yaşlı herifler, alabora olmuş gemiler gibi sallana sallana gittiler. Otobüs şoförleri tam gaz devam etti. Sanki sıradan bir salı günü gibi, kimse bir şey yapmadı.

Sürekli Atamızın devrimlerine laf edenleri koruyan, Atamızın direkt şahsına küfür eden densizleri basit bir özürle cezalandıran, resimlerini kaldırmaya çalışanlar olduğu sürece bunlar çok normal. Eğitim o kadar yerlerde ki... Tabi ya, çocuklar İngiltere'den gelen kitaplardan Mr&Mrs Brown'u öğrensin!!.. Tarih dersleri katledilmiş, kimin uğrunda... Türkçe yok olmuş, kültür eriyor adeta... Aman canım ne önemi var, How are you, I'm fine... Bunu biliyor mu çocuklar, tamamdır o zaman. Araç olması gereken şeyler, amaç oluvermiş. O zaman bunlara sebep olanlara, anladıkları dilde seslenelim: Fuck you!

Bunun hesabı sorulacaktır, emin olun sorulacak. Atilla İlhan çok güzel söylemiş:
Yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal
Hani bir vakitler Kubilay'ı kestiler
Çün buyurdun kesenleri astılar
Sen uyudun asılanlar dirildi
Mustafa'm, Mustafa Kemal'im...

Atam, izindeyiM.

31 Ekim 2009 Cumartesi

Dersaadet :)

Yine, yeniden ben. :) Bir sitenin hikayeler bölümü ilgimi çekti, orayı okuyorum bir saati aşkın süredir. :) İlginç bir yazı daha okudum. Yazıdan daha da ilginci, yapılan yorumlardı. :)

İnsanların hayalleri, beklentileri üzerine bir yazıydı. Kısacası tüketen bir topluma dönüştüğümüzün canlı örneklemesini yapıyorlardı. Hep daha iyisi, daha fazlası... İyilik kriterleri doğru olsa canım yanmayacak ama bu başlı başına felsefeye giriş demektir, hiç açmıyorum. :)

Bugün arkadaşımın tavsiye ettiği "flütlü" videoyu izledim. :) Akabinde bir iki video daha izledim ki, tam o sırada çok hoş bir videoya rastladım. Bir amcamız olayı özetliyordu:"Bugün tv'lerde size oturduğu yerden para kazananları, rahat yaşayıp keyif çatanları gösteriyorlar." Alengirli hayatlara özenen insancıklara gelsin amcamızın sözlerinin devamı. :) Amcamız devam ediyor: "Ancak bunların ülkedeki sayısı en fazla 50. Ancak birkaç sene sonra bir kısmı yok, veya hapiste. Yerine yeni 50 kişi daha bulunuyor..." vs diye gidiyor. Yani beklenti ve standartlarınızı belirlerken, gerçek hayatı göz önüne almanız öğütleniyor. Mücadele vurgulu bir konuşmaydı amcanınkisi ama ben de yazıma uyarladım. :) Mesajı daha da net vereyim: Aptal, silkin ve kendine gel. :)

Buraya kadarkiler sahip olduklarımız/olamadıklarımız eksenindeydi. Şimdi de aslında sahip olup da, farkında olmadığımız veya yetinemediğimiz kısma gelelim. Eskilerden bir zat der ki: "Sahip olduğumuz herşey, yaşamımızın maddi arka planında eriyip gidecektir". Yani zamanla kıymeti kalmayacaktır diyor. Sıradan gelecektir. Nasılsa çantadadır artık. Evliliklerde sık görülen bir olay: evlenince değişti mevzusu. :) İki ihtimali var: Ya tanıyamadan evlenmişsinizdir; ya da sizi çantaya atmıştır, artık sıradan bir hal almışsınızdır. :)
Kaynağını hatırlayamadığım bir hikaye var: bir araba alırsınız. Çok değer vererek. Ama üzerinden zaman geçer. Artık eski önemi kalmaz gözünüzde. O da eriyip gitmiştir. Kıymetini ne zamana kadar anlamazsınız peki? Ta ki bir gece vakti hırsızın biri camı kırıp, radyoyu çalıncaya; bize mesajı verinceye ve biz de tuz buz olmuş cam parçalarının ortasında durup, aslında ne değerli bir şeye sahip olduğumuzu anlayıncaya kadar... :) Maalesef, 21 yy. gerçeği. :)

Bu akşam okuyup okuyup yorumları yolluyorum buraya. :D Neyse artık, hikayelere ara verelim, biraz da kitabıma bakınayım. İyi geceler herkese. ;)

Laf-ü Güzaf

İyi geceler herkese.

Öncelikle haberi vereyim. Bir önceki başlıkta belirttiğim mücadeleyi Beşiktaşımız kazandı. :)

Kısa bir yazı okudum az önce. İnsanların başkaları tarafından saygı görmesi, sevilmesi, hoş karşılanması üzerine yazılmış. Ve bunların insan üzerinde ne kadar önemli oldukları vurgulanmış. Bunun önemine karşı çıkmayacağım ancak, biraz düzenleme yapmak istiyorum. Aklıma gelmişken burada da yazayım dedim. :)

Öncelikle belirteyim, dedildiği üzere bunların hepsi insana lazımdır, muhtemelen. :) Ancak bunların olmaması durumunda benim söyleyeceklerim devreye giriyor. :) Günümüzde ahlaki değerler de dibe vurduğundan, bu tarz şeyleri samimi anlamda bulamazsınız. Dolayısıyla bunlardan olumsuz etkilenmek size hiçbir zaman çözüm üretmeyecektir. Fikrini paylaşmak istediğim kişi ise kötümser tayfadan: Schopenhauer. O, bu konularda yapılabilecek en iyi şeyin, insanların gerçek karakterlerine odaklanmak olduğunu belirtmiştir. Çünkü ona göre insanlar salak yaratıklardı, hatta insanlıktan uzaktılar. :) Zaten bunu daha önceki yazılarımda da vurgulamıştım. Günümüzde insanlar kültürel yönden çok zayıf. Kültürel yönden ileri olanların da ahlak, tarih, dil, geleneksel anlayış konusunda zaafları var. Çoğunluk böyle maalesef. Aksini beklemek de Pollyanna'cılık olur çünkü temelden "salak" yetişiyoruz.


Resimde de görüldüğü üzere. :)

Neyse ana konudan uzaklaşmayayım. :) Kısacası, karşıdakinin özünü fark ettiğinizde, o en başta saydığım şeylerden mahrum da kalsanız, aslında herhangi bir şey kaybetmediğinizi göreceksiniz. Schopenhauer şöyle diyor: "Bir müzisyene, bir-iki kişi dışında seyirci kitlesinin tümüyle sağırlardan oluştuğu söylenecek olsa, müzisyen yine de seyircinin coşkun alkışı karşısında kıvanç duyabilir miydi?".

Yanlış hatırlamıyorsam(ki yanlış olma ihtimali %50 gibi:) ) bu metin Parerga und Paralipomena adlı eserinde geçiyor, şayet ilgilenirseniz. Ben de okumadım ancak oradan alıntılanmış bir paragrafını görmüştüm. :)

Direkt bir konusu olmayan, ilginç bir yazı oldu sanırım. :) Ben birşeyler daha okuyacağım. İlgimi çekerse yazarım yine...

İyi geceler herkese..

Mersin BŞB - Beşiktaşımız

Selam arkadaşlar. Az sonra başlayacak basketbol maçı hakkında kısa bir değerlendirme yapayım dedim, boş duracağıma. :)

Ancak ona geçmeden önce, süper bir haber vereyim. :D Fb ÜLKER'in yıldız oyuncusu Solomon kadro dışı bırakılmış. Bu sezon zaten kötüydü kabul ama kadro dışı bırakılmasında Tanjevic'in kaprislerinin ve tavırlarının etkisi olduğunu düşünmeden edemeyeceğim. Öyle bir kadroyla, böyle bir oyun oynamaları komik. :)

Diğer olay ise Kerem Gönlüm'e verilen ceza. Ben takip edebildiğim dönem boyunca şundan eminim ki, Kerem öyle doping vs kullanacak bir adam değil. Buna ihtiyacı yok zaten.Efes biraz daha dikkatli olmalı ve oyuncusunu sahiplenmeli. Çünkü böyle bir olayı, ki kasıt dışı alınmış bir madde söz konusu, fenerbahçe gibi bir camianın sulandırması çok çirkin. Sanki Kerem o maddeyi almasa, kupaları fener alacak gibi konuşuyorlar. :) Fener önce antrenör sorununu çözmeli, Tanjevic böyle güçlü bir kadroyu resmen eritiyor. Giricek gibi bir adamı, iyi oynadığı halde, nasıl oynatmaz bu adam? Acaba Demirören ajan mı soktu oraya kendisini. :P :D

Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür derler; az kalsın ana konuyu unutup, yazımı sonlandırıyordum. :D Bugün Mersin kötü gidişe dur demek isteyecek. Zor bir fikstürle, lige çok kötü başladılar. Buna karşın biz de çok iyi başladık. Ancak hafta arası 2 önemli olay gerçekleşti. Birincisi Mersin eski Efesli Nikolic'i aldı. Orta mesafe şutları iyi olan bir uzun. Fletcher ile tutmamız gerekiyor onu. Cevher'e biraz ters gelebilir. Bazen içeride onunla adam tuttuğumuza şahit oldum. Baxter da hantal görüntüsüyle, bu role soyunamaz şu aşamada... İkinci önemli olay, Engin Atsür'ün talihiz sakatlığı. 1.5-2 ay gibi bir süre olmayacak galiba. İçeride de, hep söylerim, kalın bir pivot oyuncuya ihtiyacımız var...

Çok zor bir maç bizleri bekliyor. Maçı erken koparamazsak, çok zor anlar yaşarız. Richard Frahm ve Dominic James gibi iki skora yönelik oyuncusu var Mersin'in. Bu adamları da bir şekilde kilitlemeliyiz. Ayrıca Nikolic'in gölgesine kalmasın, oynuyorsa şayet Asım Pars da sağlam bir oyuncu. Özellikle ne kadar iyi asistler yaptığını unutmayalım.

Maç birazdan başlıyor. Chatman-Newley ikilisinin yine standart üstü olduğu; Kevin-Baxter ikilisinin de baskın çıktığı bir maç diliyorum... Kaptan Haluk'a zaten diyecek bir şey yok. ;)

Görüşürüz birazdan...

26 Ekim 2009 Pazartesi

Ulusal Devlet...

Bir kez daha merhablar.

Az önce okuduğum haberin siniriyle yazdığımı belirtmek isterim. Cümlelerimi silip silip yazıyorum ters bir kelime etmemek için ama hakikaten ülkede anormal işler olmaya başladı. Dağdan indirilen hainler için törenler yapıldı, savcı ve hakimler ayaklarına kadar gitti. Ve serbest bırakıldılar. Bu konuda yorumu size bırakıyorum. Ama az önce de ajanslardan geçen haber: savcılar 5 askere ihtarlı mektup göndermiş. Yani ne demek bu? Gelmezseniz, zorla getirtiriz yanımıza!! Bu iki olay arasındaki farkları düşünün. Sonra yapılan muameleri düşünün. Yazıklar olsun; bizi bu hallere getirenlerin, en ağır biçimde ceza almalarını temenni ediyorum.

Ulus devletin suç olarak görüldüğü bir dönemdeyiz. Ulus devleti kuran kim? Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk. Hala Atamızın yaptıklarını sindiremeyenlerin olduğu ülkemizde, eminim herkesin yapacak bir görevi vardır. Ama o küçük beyinler şunu iyi bilsin, ulus devlet bitmez, kimsenin de bitirmeye gücü yetmez. Planlarınız da öyle daha ilk adımda geri teper işte... Çok ağır ifadeler klavyemden çıkmaya müsait ama zaten burayı okuyanları tanıyorum ve onların da ne kadar bilinçli olduklarının farkındayım. O yüzden fazla yazmıyorum ama içimden geçenlere katıldığınızı hissediyorum..

Hoşça kalın..

AB rh (-) Başkent Hastanesi - Acil!!..

Merhaba arkadaşlar,

Beşiktaşımızın sevilen isimlerinden İlker Ateş için çok acil AB rh (-) kana ihtiyaç duyulmaktadır. Vücudundaki tüm kanın değiştirileceği söylendi. Eğer siz de bu kanı taşıyorsanız 0532 276 60 26 numarasından oğluna(Erhun Ateş) ulaşabilirsiniz.

İmkanı olanların duyarsız kalmaması dileğiyle...

18 Ekim 2009 Pazar

18 Ekim.

İyi akşamlar herkese.

Gün içerisinde değişik haberler aldım. Bunları paylaşmak istedim. Tembel tembel yattığım günün sonunda, yarına hazırlıklara başladım artık. :)

Öncelikle sabah Avrasya Maratonu esnasında, köprüden bir vatandaşımızın atladığı haberi geldi. Çok yazık. İnsanlar açlıktan kırılırken, hala ilginç politikalar izlenmesi üzücü.

İkinci haber, bir türlü doğrulatamasam da, Olimpiakos'un iki basketçisinin, Sofoklis Schortsanitis ve Kostas Papanikolau'nun, domuz gribine yakalandıklarını öğrenmem. NBA'da, LeBron James'in de bu şüpheyle antremanlara alınmadığı iddia ediliyor.

Bir diğeri de Google'ın e-kitap işine girmeye hazırlandığı ile ilgili. Tüm sektörlere daldılar maşallah. :)

Son haber de parmağımdan. Pansumanın olduğu yer kanıyor şu an. :D

Görüşmek üzere...

17 Ekim 2009 Cumartesi

Beşiktaşımız Üst Turda!!..

Teknosa Türkiye Kupasında, Beşiktaşımız Oyak Renault ve Antalya Kepez'i yenerek grubunu lider tamamladı. O maçlar ile ilgili detaylı yazı yazamamıştım. Kısaca değineyim.

Oyak maçı antreman havasındaydı. Uzun süre yedeklerimiz oynadı. Buna rağmen 40 küsür sayı fark attık. Baştan sona maça asılsak, çok çok ağır bir sonuç çıkabilirdi. Zira Oyak'ta Ufuk Kaçar yoktu ve Heyvelt üzerine kurulu bir oyunları vardı. Onu da savununca, adamlar sahada resmen kilitlendi. Ama bu maçta 3lük yüzdemiz olağanüstüydü. Ancak böyle maç kazanılmaz her zaman. Hep eleştirdiğim Fb ÜLKER takımından hiç farkımız kalmaz.

Gelelim Kepez maçına. Pota altı zaafiyetimize rağmen, iyi oynadık. Kepez'in pota altı oldukça sağlam. Artı, Gordon gibi de bir skorerleri var. İyi maç çıkardık. Gelelim malum son 17 saniyeye. Top Kepez'de... Top çevirip maçı 5 sayıyla Beşiktaşımız kazansa, biz ile birlikte üst tura çıkacaklar... Ancak büyük çalıştırıcı Baldwin(!), nasıl bir anlayış benimsediyse öyle, topu hızla oyunu soktular. Ve 8-9 saniye kala 2lik atıp farkı 3'e düşürdüler. Ve el yakan top bize geçti. Atmazsak Kepez, atarsak Efes çıkacaktı. Chatman topu aldı... İlerledi... Tıpkı Efes maçının son topu gibi kısa şovunu yaptı ve el üstünden uzak mesafeli şutu gönderdi... Ve o top hanemize 3 sayı olarak yazılırken, Kepez'i de evine gönderiyordu... Ama ben buna sevindim çünkü maç boyunca yedekleri, sürekli bizim çocukları tahrik ettiler. O yüzden çok mutlu oldum. Maç sonu terbiyesizlik yapan Kepezlileri de Allah'a emanet ediyorum. Ayrıca... Bullshit senin gibi terbiyesizlere denir, çakma antrenör bozuntusu...

İyi geceler hepinize...

Rammstein - Liebe Ist Fur Alle Da

Sonunda merakla beklediğimiz o albüm geldi ve Rammstein yepyeni şarkılarıyla karşımıza çıktı. P*ssy ve Rammlied parçalarını önden yayınlamışlardı. Ama bugün itibarıyla bütün albüm satışta. Ben alıyorum, sizler de kaçırmayın derim. :)

11 parçalık albüm şu şekilde:


1. Rammlied 5:18
2. Ich Tu Dir Weh 5:01
3. Waidmanns Heil 3:32
4. Haifisch 3:44
5. B******** 4:14
6. Fruhling in Paris 4:44
7. Wiener Blut 3:52
8. Pussy 3:59
9. Liebe Ist Fur Alle Da 3:28
10.Mehr 4:10
11.Roter Sand 3:5

11 Ekim 2009 Pazar

Teknosa Türkiye Kupası

Bir kez daha merhabalar. :)

Dün Türkiye Kupası ilk maçımıza çıktık. Ve maalesef Efes'e 1 sayı farkla 81-80 yenildik. Son top bizdeydi. Mire Chatman kimseye topu vermedi, içeri daldı, maalesef atışı girmedi. Girse kahraman olurdu ve bz de manşet olurduk. 21 sayı geriye düştüğümüz maçı kazanmak üzereydik. Hem de Efes gibi bir takıma karşı. Cidden iyi mücadele ettik.

Nasıl oldu bu peki... Öncelikle Kevin Fletcher sayesinde oldu. Herkes maçı bırakmıştı. Çalıştırıcımız Burak Bıyıktay, hantal(şimdilik) Baxter'ı kenara alıp Fletcher'a oyuna aldı. Zaten ne olduysa ondan sonra oldu. İçeri atılan topları sakince, acele etmeden sayıya çevirdi. O ana kadar doğru dürüst içeri kat eden yoktu. Sonra bizim kısalar da içeri girmeye başlayınca farkı 10 sayıya kadar çektik. Daha sonra Newley de, kendisinden beklenen 3lükleri yollamaya başlayınca farkı erittik.

Savunmada çok zaafımız var. Oyuncularımız bire birde çok eksikler. Ayrıca uzun ve kalıplı bir 5 numaraya ihtiyacımız var. Dün Kasun ve Kaya ikilisi içeriyi dağıttılar. Ribaund sayımızın fazlalığı sizi aldatmasın. Bunda seken topları, Newley gibi kısa oyuncularımızın toplamasının büyük payı var. En uzun adamımız 2.07 maalesef. En az 2.10luk kalın bir pivot almalıyız. Ayrıca takımda yönetsel eksiklikler de var. Kenardan hoca çok fazla müdahale etmiyor, edemiyor. Rakip antrenörün hamlelerine cevap veremiyor. Bunu son topu kullanırken bile gördük.

Uzun lafın kısası, geçen seneye göre daha iyi bir takımız. Ancak üst düzey mücadele edersek iyi bir noktada götürürüz. Ama orta seviye mücadele edersek çok şansımız olmaz. Az sonra ikinci maçımız var. Ben kaçayım yavaştan. :D

Herkese iyi akşamlar...

Ermenilerle Protokol ve Tarih

Merhaba herkese.

Dünden beri açıkçası canım çok sıkkın. Dün ülkemiz bir protokol imzaladı. Ermenilerle sınır kapısını açmaya götürecek ve bazı birkaç detay maddesi olan bir protokol. Diğer maddeleri okumadım. Ermeni, hatta genel Avrupa politikalarını görmüş bir ülke olarak, neden böyle bir şey yaptık bilmiyorum. Ve yönetenlerimize inancımı artık yitirdim. Malum, kısa bir süre önce, Kıbrıs için de onlarca taviz verdik. Ama ne oldu? Ab verdiği sözleri tuttu mu? Hayır. 2. Girit Vakasına doğru gidiyor o mesele. Keza diğer konular. Ülke bütünlüğümüze karşı yapılanlar. Çok yazık... Bir de bunlara destek çıkan İrlandalılara ne demeli... Olumlu hiç bir kazanımımızın olmayacağı bir protokolle, Azeri kardeşlerimizle aramız iyice bozuldu. Rusya için tabi bulunmaz bir fırsat var ortada. Türk Devletleri arasındaki bağın koparılması, Avrupa'nın en büyük projelerindendir tarih boyunca. Deniyor ki Diaspora ile Ermeni Hükümetinin arası açılacakmış bu sayede. Efendim, onlar kendi içinde bu sorunu çözeceklerdir. Araya daha hangi maddeler sıkıştırılacak, sıkı durun hepsini göreceğiz. Tazminat, toprak talebi vs vs. İşin trajikomik yanı da var. Daha birkaç ay önce Karabağ'dan ermeniler çıkmadan sınırı açmayacağız demiyor muydu yönetenlerimiz? Eee ne oldu? Bunu ben en yetkili ağızdan duydum. Onu bundan kim vazgeçirebilir ki? Daha yetkili olan başka biri mi? Sorulacak soru çok. Ama bir gerçek var ki, bilinçli ya da bilinçsiz yapılan bu açılım zincirleriyle ülkemizde karışıklık çıkarılıyor. Ve muhtemel tablo hiç de iç açıcı görünmüyor...


Bu kadar siyaset yeter, okumamışsınızdır ya neyse. :)

Hep yazacağım ama unutuyorum. Tarihin Arka Odası'nı izleyenler bilir, her hafta Pelin Batu da orada çıkar. Kendisi tarih bölümünü bitirmiş. Ancak gerek yaptığı yorumlar, gerekse de "siz Türkler ne dersiniz" edasında kullandığı tuhaf dil ile o programda çok sırıtıyor. Boğaziçi Üniversite'sini bilirsiniz, Robert Koleji'nin devamıdır. Dolayısıyla misyonerlik faaliyetleri denildiğinde akla gelen ilk okullardandır (Bu konu hakkında Sayın Oktay Sinanoğlu çok güzel yazılar yazmıştır). Pelin Hanım da bundan çokça etkilenmiş olacak ki, savunduğu fikirlerle sanki farklı bir tarihi okumuş gibi. Bence gerçek bir Türk Tarihi'ni baştan sona okumalı. O programda Erhan Afyoncu'yu çok tutuyorum. Muhteşem yorumları var. :)

Sonra görüşürüz.

4 Ekim 2009 Pazar

Yardım Kampanyası Hakkında Bilgi

Arkadaşlar daha önceki başlığımda size kampanya haberini vermiştim. Şimdi detayları vereyim.

10 Ekim'e kadar Alican arkadaşımıza ulaşmalısınız. Kendisine alicanpasayigit{at}hotmail.com adresinden ulaşabilirsiniz. Kendisine kaç koli göndereceğinizi ve hangi Yurtiçi Kargo şubesinden göndereceğinizi iletmelisiniz. Ayrıca 3 adet okuldan birini seçebilirsiniz. Yardımlarınız da o üç okuldan birine gönderilmiş olur.

Herkese iyi akşamlar...

22 Eylül 2009 Salı

Köy Okullarına Yardım Kampanyası

Tekrar merhaba. ,

Sizlere bir haberi vermek istiyorum. Beşiktaşımızın ruhu çArşı grubu sosyal duyarlılığını bir kez daha göstermekte. Daha önce olduğu gibi, bir kez daha okullarımıza çeşitli araç-gereç-giyecek vs. yardımı için organizasyon düzenlemekte. Artık kullanmadığınız, kullanılabilir her türlü eşyanıza talip var. Kargo vs bilgilerini daha sonra buradan duyuracağım. İsteyenler forum.forzabesiktas.com adresinden de takip edebilirler. Ancak üye olmanız gerekecek, orayı takip etmek için. Resmi metin aşağıdadır:


Madem ki BEŞİKTAŞ’lıyız, madem ki halkız, madem ki çArşı’yız, cennet gözlü çocuklarımızın utangaç tebessümleri yine bizi çağırır, her daim olduğu gibi.

Artık yavaş yavaş gelenekselleşmeye başlayan ve kamuoyu tarafından takdirle karşılanan çalışmalarımıza yeniden başlıyoruz.

Köylerde yokluk ve yoksulluk içerisinde yaşayan çocuklarımızın her şeye ihtiyacı var. Dolaplarınızın bir kenarını işgal eden kullanılabilir nitelikte gözden çıkardığınız eşyalara talipler.
Raflarda solmaya bırakılmış yardımcı kitap ve ansiklopedilere, kaleme, silgiye, deftere ve bir çok kırtasiye malzemesine ihtiyaçları var.
Önümüz kış, onların küçük yüreklerini ısıtacak BEŞİKTAŞ ruhuna, ülkemize yararlı birer birey olmasını sağlayacak eğitime ihtiyaçları var.
Sadece çocuklarımızın değil ailelerin de beklentileri var, hepsine yetişemesek de “bu harçta bizim de katkımız olsun” diyenler.
Sıra sizde… Kolileriniz hazır olsun, sizinle Anadolumuzun köylerine ve okullarına gideceğiz.

Aklınıza gelebilecek her şey köylüler tarafından değerlendirilmektedir. Yeter ki kullanılabilir nitelik de olsun.

Yalnız bir ricamız var, geçen dönemlerde bunu çok yaşadık. Devlet, okul kitaplarını ücretsiz dağıttığı halde, bazı arkadaşlarımız bu kitapları gönderdi, lütfen buna dikkat edelim.


Kargo işlemleri için yoğun bir çalışma yapılmaktadır, sonuçlandığında buradan bilgi vereceğiz.


Beşiktaşlı olmanız gerekmez, bu yardım kampanyamıza hepiniz davetlisiniz...

Görüşmek üzere.

Türkçe FM İçin İmza Verin

Selam arkadaşlar,

Herhalde FM veye CM'yi duymayanınız yoktur. Oynamayan da çok az kişidir diye tahmin ediyorum. Ben de CD'mi kendi ellerimle kırana kadar, bağımlısıydım bu oyunların. =)

Geçen gün bir haber okudum. Gerek korsan satışı bir nebze olsun azaltmak, gerekse Hızlı Başlat menüsüne Türkçe'yi koymak, pek tabidir ki tamamen Türkçe desteği sağlamak için düşünülmüş. Ancak bunu sağlamak için yapımcı firma şart koydu. 10.000 imza istenmekte. Ve verilen sözün de tutulması beklenmekte. Eğer siz de söz vermek istiyorsanız, destk olabilirsiniz. Bunun için buraya tıklamanız yeterli.

Şimdilik 1209 kişi var. ;)

Sonra görüşürüz.

21 Eylül 2009 Pazartesi

Eylul e=Eylul.Instance;

1 ay aradan sonra herkese tekrar merhaba. Unutmadan hepinizin bayramını kutlarım arkadaşlar. ;)

1 ayda yaşadığım e büyük değişiklik, iş yerindeki bölüm değişikliğim oldu. Bir aksilik çıkmaza SNMP yazılımında devam edeceğim. Yine de belli olmaz bu işler. :) Bu dönemde tek ders için bankaya %50 zamlı harç parasını da bir güzel yatırdım. Sanki 10 kişilik sınıflarda birinci sınıf eğitim alıyoruz da, okula yük getirdiğimizden cezalı ödettiriyorlar bize. İleride hepsini değiştirecek yere geleceğiz inşallah. :)

Basketbolu sever misiniz bilmem ama ben sıkı bir takipçisiyimdir. 1 yıl öncesi kadar sıkı oyuncusuydum da ama artık oynama fırsatım olmuyor pek. :) Bogdan bir koçumuz var malum. Sayesinde sekizinci oldu millilerimiz. Finali de bizim yendiğimiz iki takım oynadı: İspanya-Sırbistan. Kazanan da İspanya oldu.

Bugün bayram mesajı atan arkadaşlarım, hepinize yarın döneceğim. :) Bugün gezmekten fırsat kalmadı. Yarına söz. :)

Baştan aşağı boş bir kayıt olmasın bari, az önce hatalı yaptığım şeyin ayrımını anlatayım size. Snmp'de getnext() ile walk() metotlarının farkına değineyim. SnmpGetNext metodu ile kontrol bizde oluyor, istediğimiz kadar bir sonrakine gidebiliyoruz. Ancak SnmpWalk metodu ile mevcut ağacın hiyerarşik olarak sonuna gidiyor. Bulunduğu seviyenin sonuna tabi ki. En sona değil yani, yanlış anlaşılmasın. :)

Bu arada PES'te İbrahim'i yeni kolu ile yendim. Bunu yazmadan geçmek istemedim. :D Agüero-Messi ikilisi ile ileride, Cambiasso ile geride oyunu tuttuk. :D

Herkese güzel bir gece diliyorum, hoşça kalın.

9 Ağustos 2009 Pazar

Asp.Net Mantığı ve Öneriler =)

Bir kez daha merhaba.

Üst üste iki kayıt girmeyeli uzun zaman olmuştu. =) Bu kayıtta da bir iki şey yazayım ben. Yorgunsanız hiç okumayın derim, ben ipleri kopardım, sabaha kadar yazarım. :P

Devex hakkında nette birşeyler ararken, Asp.net ile ilgili bir karmaşaya şahit oldum. Adamların sürüyle İngilizce kaynakları var ama ya okumaya tenezzül etmiyorlar ya da başka sorunları var. =)
Koyu bir ulusalcı olmamdan mütevellit, bizlerin bu konuyu karıştırmamızı istiyor ve kısa bir yazı yazıyorum. =) Konu get-post-postback.

Yukarıdaki 3 kavram temel asp.net kavramlarıdır. Ancak karıştırılmaması gereken önemli kavramlardır. Sayfaya yapılan ilk istek Get metodu ile olur. URL'yi yazarak sayfayı sunucudan istiyorsunuz ve ilk isteğiniz olmuş oluyor bu. Bunu Get yaptı.
Bundan sonra, sunucu kontrolleri vasıtasıyla sayfadan yaptığınız her istek postback oluyor. Sayfa gidiyor ve yeni bilgilerle geri dönüyor. Atıyorum; düğmeye bastığınızda, dropdownlist'te eleman değiştirdiğinizde postback de yapmış olursunuz.
Postback işleminde de verileri sunucuya post ile taşıyoruz.

Yukarıda en sade ve anlaşılır haliyle anlattım ama inanıyorum ki açıklayıcı olmuştur. Bu saatte VS'yi açıp da örnek yapmak istemiyorum açıkçası. =)

Alakasız olacak ama bir haberim daha var. =) Bu gece de bayağı haberler veriyorum ama neyse. =) Benim çok sevdiğim, sanatçı kimliğinin vücuda geldiği nadir insanlardan Gökhan Kırdar beyaz perdeye taşınıyor. Tahmin ettiğiniz gibi müzikleriyle değil üstelik!!.. Senaryosu ile, kendi ekibiyle birlikte... "Yerine Sevemem" şarkısını bilmeyen(hatta sevmeyen) bir insan evladı var mıdır bilmiyorum ama "Yerine Sevemem" filmini duymayan birçok kişi vardır eminim. =) Çalışmaları hala sürmekte ve 1-1.5 yıl içinde filmin tamamlanması bekleniyor.
Ayrıca kendisini takip etmek istiyorsanız, bu aralar tetikte olun çünkü TRT ve Kanal24 ile program yapma konusunda görüşmeleri varmış. Umarım uygun gün ve saatte bir yerde başlar da, izlenmeye değer birşeyler olur ekranda.

Şarkı önermeden kaydı sonlandırmayacağım tabi ki. =) Alışkanlık oldu bende. =) 2 haftadır sürekli dinlediğim bir şarkı var ve o kadar sevdim ki paylaşmayacak derecedeyim. :D Tek ben dinleyeceğim. :D Size diğer güzel şarkıyı önereyim: Yann Tiersen - A ton Etoile. Çok hoş bir parçadır, dinlemelisiniz.

Benden bu gecelik bu kadar. Herkese mutlu pazarlar, hoşça kalın...

28 Temmuz 2009 Salı

4294967296

İyi akşamlar herkese.

Aklımdayken hemen bağlantıyı vereyim size: http://mybrute.com/team/84601
Kurmuş olduğum savaş topluluğunun adresidir, katılıp savaşmanızı bekleriz. =) 3 kişiyiz şimdilik ama hızla büyüyeceğiz. :D

Yorgun olduğum için sadece güzel bir şarkı paylaşacağım, çok seviyorum bunu: Almora - Candle In The Night

Your way is flame with starlights
Your soul is song in the silence
For love that inside of you
As calling of life…
As calling of life…

Your soul that inside of you
And your heart lonely in the night
For love that inside of you
As calling of life…
As calling of life…

Fly as an angel to the sky
You need only force of your heart
Your little crying heart
As a candle in the night

25 Temmuz 2009 Cumartesi

........:::Başlık:::.............

Merhaba arkadaşlar. Temmuz ayının sonuna yaklaşırken(girizgah olsun diye yazdım, konuyla alakası yok=) ), kısa bir yazı yazmak istiyorum. Sonunda tatil günü geldi ve ertesi gün erken kalkmayacağını bilmekten kaynaklanan bir huzur var bende. :D

Yorucu bir hafta geride kaldı. Report Designer projem de adım adım ilerlemekte. 1-2 hafta içinde sonlanacağını tahmin etmekteyim. İşyeri oldukça yoğun geçmekte. Onun dışında, sıcağı görenin evlendiği dönemdeyiz. =) Bir düğüne daha gitmemeyi başardım. :D Ancak her gün 2-3 düğün davetiyesi gelmeye başladı, nüfus patlaması olacak bu gidişle. =)

Bu aralar yeni bir kitaba başlıyorum. Eski kitabım ancak bittiğinden yeni başlayacağım. İçerik hakkında biraz bilgi sahibiyim: Erol Mütercimler - Fikriminiz Rehberi, Gazi Mustafa Kemal. Harika bir kitap. Muhteşem bir yazar olan Erol Mütercimler'den muazzam bir biyografi. Aralarını okudum çünkü, bilgim de var. =) Çok uzun zaman ayıramadığımdan, bu kitap beni 1 ay idare eder. Ondan sonra okuyacağım kitabı da belirledim ama bitince söylerim onu da. =)

Kitaptan girdim, müzikten devam edeyim bari. Tüm şarkılarını en az 20'şer kez dinlediğim(ki ben sürekli birini nadiren dinlerim) Sıla'nın albümünü hala dinlemediyseniz, şiddetle tavsiye ediyorum: Sıla - İmza. Sesi çok güzel, şarkıları güzel, müziği süper. Tanımlayamıyorum. =)
Onun dışında sizlere tavsiyem: Fazıl Say - Black Earth. Dinlediğinizde "budur" diyeceksiniz. =) Bir önceki yazımda da önerdiğim Sumru Ağıryürüyen'i de tekrar hatırlatırım. ;)

Sıra sanırım filimlere geldi. Bu konuya girmeden çok çok çok önemli bir bilgiyi paylaşayım. Ben yıllarca "film" kelimesini kullanırdım. Ancak 3 gün önce Türkçe'de filim diye kullanıldığını öğrendim. Bu şekilde kullananlara kızdığım için kendimden utanıyorum. :S Meğer öz Türkçe'si o imiş. Konuya geri döneyim. Ben maalesef sinema alışkanlığı olan biri değilim. :D Arkadaşlarım pek sinemaya gitmediğinden, tek başına da gidilmeyeceğinden DVD'de izleme alışkanlığı edindim. =) En son Suikastçi ve Iron Man'i izledim. İki filim de, aksiyon dolu sahnelerle bezenmiş, ilginç ama güzel yapımlar idi. Yapım tarihlerini bilmiyorum ama izlemediyseniz şayet, bir deneyin derim. =)

Bu arada şu Feysbuk'a iyice alıştım. Artık tüm "numaralarını" çözdüm. =) Kimilerinin birden çok hesabı var. Yani %30 oranında hesap sahte diyebilirim. Normalde cesaret edemediği ya da merak ettiği insanların hesaplarına erişmek için yapılan bir numara. =) Bir diğer alengirli hareket ise, sahte resimler. Sahte resim koyuyorsunuz, bari resmin altındaki küçücük linki silin. =) O resimlere yapılan yorumlar ise ayrı bir komedi. :D Özgüveninizi kaybetmeyin sakın. Özgüveni olmayanlar, böcekten farksızdır, dikkate bile alınmazlar. ;)

Bu arada güzel bir haber aldım. PES 2010'da, 09'daki hata giderilmiş. Serbest vuruşu kullanan oyuncu artık zeka geriliği yaşamayacak. :D Hareketsiz kalmayacağı ve topu takip edebileceği açıklanmış. =) Bayağı karşı atak oluyordu o saçma hata yüzünden.

Yarın yine görüşürüz umarım, bu gecelik benden bu kadar. Hoşça kalın..

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Debugging Failed Because Integrated Windows Authentication Is Not Enabled

Merhaba herkese.

Bugün kodumu başka yere taşıyıp açtığımda böyle bir hata aldım: Debugging Failed Because Integrated Windows Authentication Is Not Enabled. SQL Server'da çok sık gördüğüm Windows yetkilendirmesi ile ilgili olduğu bariz. :) Çözümü de basit aslında. IIS'e giriyorsunuz. (Administrative Tools'tan veya başlat-çalıştır'a girip inetmgr yazın ve enter'a basın). Eğer tüm web projelerinizi etkilemek isterseniz Web Sites'a; sadece o projeye etkisin derseniz, lazım olan projeye sağ tıklayın. Özelliklere gelin. Dizin Güvenliği sekmesinden, Düzenle düğmesine tıklayın. Alttaki "tümleşik windows kimlik doğrulamasını" seçin. Ok deyip çıkın. Hata düzelecektir.

Birazdan görüşürüz. ;)

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Bilgisayar Ağları ve Anti-Sosyal Ağ

Bir kez daha merhaba herkese. Bugün bir konu hakkında yazayım dedim en nihayetinde. :) Aslında aklımda belli bir konu yok. Hafta içinin verdiği yorgunluktan ötürü, konu belirleyecek kadar vaktim de yok. O yüzden kısa ısa soru-cevap tarzı ve\veya sıkmadan kısa bilgilendirmeler şeklinde gideyim. ;)

Network istedi canım, o yüzden network ile ilgili olsun. :) Öncelikle ilk derste hocamız şöyle bir soru sormuştu, iyi hatırlıyorum: telefon hattı nedir? :) Soruyu direkt bu şekilde alınca, biraz afallayabilirsiniz. Herkes bir şeyler söyler belki ama cevap basit: bir "ağ"dır. Genelde internet ile ağı özdeşleştirdiğimiz için bu aklınıza hemen gelmez. Veri bazında denseydi sadece internet doğru düşünülebilinirdi ancak bir ağ sadece veri demek değildir.

Yine network derslerinizde göreceksiniz 2 modelden bahsedilecek. TCP/IP Protocol Suite ve OSI Reference Model. Alttak 4 katmanları aynı. Ancak Tcp/ip suite'te 5. katman application katmanıdır ve en üst katman odur. OSI'de ise Session, Presentation ve Application katmanları mevcuttur. TCP/ip modelinde bu üç katmanın yaptıklarını tek başına Application katmanı yapar. Bu katmanları ayrı bir başlıkta inceleriz, şimdi girmeyeyim çünkü oldukça detaylıdır. İÜ Bilg. Müh. bölümündeyseniz, sınavlarda en sık bu katmanların görev ve özelliklerinin sorulduğu sorulara hazırlıklı olmalısınız. :) OSI, TCP/IP modele alternatif olarak çıkarıldı. Ancak günümüzde bu ikisine de uyumluluk aranmakta.

Bir farktan daha bahsedelim. Ama çalan muhteşem bir Yeni Türkü şarkısı var, Ömrüm Zindan İçinde adında, pek kimse bilmez tahmin ediyorum. Hatta belki çok az kişi beğenir ama bu grubun sesinden muhteşem oluyor. :) Neyse konu dağılmasın, şimdiki ayrım: client/server ve distributed.
Client/server mimariler, TCP/IP modelini kullanırlar. Server çok güçlü olduğundan(günümüz makinelerini düşünürsek), büyük Application'lara müsaittir(TCP/IP'de application katmanının, diğer modeldeki 3 katmana eş olduğunu söylemiştik.).
Distributed mimariler ise OSI kullanır. Her cihaz akıllıdır ve kendi işini yapar. Her cihaz Application, Session ve Presentation katmanlarını uygular tek tek. Her makineye bir işi tümüyle veriyorsunuz. Bütün process'i bir cihaz işler yani.
Bu noktada bir kavram daha aklıma geldi. :) Dağınık, çağrışım yaparak yazı yazınca böyle oluyor maalesef. :) Ama dert değil, fena yazı da olmadı. :) Aklıma gelen kavram: grid computing. Aynı server üzerinde process paylaşımı yapıyorsun. Yani bir process'i tek bir makineye vermiyorsun distributing'deki gibi. Bir çok process'in thread'lerini çalıştırabilir bir makine. Örnek verelim. Google'da bir arama yaptığınızı varsayın. N tane server üzerinde arama yapıyorsunuz. Bir sürü server(makine) aynı anda istediğniz şeyi arıyor. Tek process farklı cihazlara bölünmüş demektir.

Üst paragraftan sonra üç dakikalık tıkanıklık yaşadım. :D Ne yazayım diye düşnüüyorum şu an. Bu arada size bir tavsiye: Sumru Ağıryürüyen. Muhteşem bir albüm yapmış. Dinlemelisiniz bence. Heh, soru geldi aklıma.: Multimedia uygulamalarını, interactive oyunlardan ayıran nedir? ...
Düşündüyseniz cevabı okuyun. :) Birinde oyunun tamamı giderken, diğerinde görüntü değil, sadece değişiklikler gider. Bu da performansı etkiler.

Bu yazı hem weblog'u canlı tutmak, hem bizim bölüm öğrencilerini muhtemel sorulara karşı ısındırmak hem de nostalji yapmak için yazıldı. :D Özel bir konu yazdığımda zaten planlı bir şekilde daha düzgün yazarım. Düzenli bir yazı demek, hafta sonu demektir. :) Yazdıklarımdan anlamadığınız şeyler olursa çekinmeden eposta atabilirsiniz. Haa bu arada, onca laf ettiğim feysbuk'a üye oldum sonunda. :D Buraya yazmadım sanırım. :D 2 ay kadar olmuştur belki. :)

Herkese iyi akşamlar..

12 Temmuz 2009 Pazar

Merhaba Herkese..

1.5 ay sonra ilk kaydı girmenin verdiği heyecan ve yarattığı baskı ile klavyeye basmaktayım. :P
İş-güç, final-büt-mezuniyet derken burayı unuttum. :)

Bu güzel Google hizmetinden ve buna bağlı olarak sizlerden ayrı olduğum zaman diliminde, iş konusunda rahattım. Sapasağlam bir proje geliyor. :) Okul konusu ile tam bir komedi. Hak ettiğinden fazla değer gören ve bilgi açısından sıfıra yakın tiplerden üniversitemiz kurtulamadığı sürece, İÜ Bilgisayar Mühendisliği'nin imajının yerlerde sürünmesi kaçınılmaz. Kişiliği oturmamış insanlara oturacak koltuk vermek ne kadar doğru bir karar, tartışılır. Egolarını tatmin etmedim diye bırakıldım haliyle. :) Ama benim için iyi yanı da var. İşyeri-askerlik ikilemi yaşıyordum, en azından işyeri ile sözleşmemi gönül rahatlığı ile uzatabilirim. :) Önümüzdeki dönem de, o ders ve bitirmeyi birilerinin gözüne fazlasıyla sokmayı düşünüyorum. Neyse, planlarım bana kalsın. :)

Yakın zamanda makalelerime başlıyorum tekrardan. Bu haftasonunu fazlasıyla uyuyarak ve kitap okuyarak geçirdiğim için, bir şey de yazamadım haliyle. :) Ama teknolojiden kısa bilgiler vereyim size. ;)

Silverlight ile aranız nasıl bilemem, ki ben ilgili değilim henüz, v3 yayınlandı. Favori siteme tıklayarak detayları alabilirsiniz.

Google işletim sistemi adım adım geliyor. Önce netbook gibi küçük cihazlar için çıkacak bildiği kadarıyla. Bu konudaki en ilginç şey ise, Google'ın geçen gün yaptığı açıklama... Virüsten etkilenmeyecek bir OS tahahhüt ediyorlar. Böyle bir şey imkansız açıkçası. Muhtemelen Google bunu beta sürecindeyken daha çok saldırı çekmek ve hızla düzeltmek için söylemiştir. Ama yine de bu tarz MSvari (Türkçe'ye kelime kazandırdım.=) ) söylemler hiç hoş değil. İnsanlara itici gelmeye başlarsa, daha sonra bunu toparlaması pek kolay olmaz.

3G süreci hızlandı. Ancak GSM firmaları milleti kandırmaya devam ediyor. :) Yakında başlayacak falan demişler... Yakında ancak İstanbul'da Taksim-Nişantaşı-Bebek-Etiler-Suadiye-Kadıköy gibi yerlerde başlayacak. İstanbul'un kırsal kesimlerinde bu hizmet başlamayacak. Bizzat biliyorum, yemeyin bunları. :D

USB 3.0 çıktı çıkacak. Bizim 2.0'lardan çok çok hızlı olduğunu söylüyorlar. Denemediğim için yorum yapamayacağım ama benim MP3'ü de bir hızlandırsalar fena olmayacak :) Yalnız benim gibi koyu XP kullanıcılarına kötü haberi vermişler: XP uyumu olmama tehlikesi varmış. Zaten Windows 7'ye geçme bahanesi arıyordum. :) Veyahut bir yamasını bekleriz. :)

Bu akşamlık bu konu başlıkları yeter. Bundan sonra daha sık yazarım sanırım. Herkese huzurlu ve iyi bir gece dilerim. Hoşça kalın...

10 Haziran 2009 Çarşamba

BING-O

Merhaba hepinize.

Simulasyon sınavına çalışmaya çalıştığım şu arada, bir denememden bahsedeyim dedim. Geçenlerde Microsoft kendi motorunu yayınlamıştı hatırladıysanız. Aklıma gelmişken gireyim dedim. Benim gibi sıkı bir Google kullanıcıysanız, ara yüzü size hiç yabancı gelmeyecektir. Şu an Beta sürümü olarak karşımızda. Ancak yabancı birkaç sitede özelliklerini okuduktan sonra gördüm ki, Amerika'da "preview" modundaymış.

Hangi algoritmaları kullanıyorlar bilmiyorum ama şu an için yaptığım aramalarda gördüğüm kadarıyla Google'a rakip olamaz. Ama bu daha Beta'sı. Tam sürümüne geçince daha sağlıklı bir değerlendirme yapabileceğimizi düşünüyorum.

Arka planda çıkan resimler de Bing'in ilginç yanlarından. ama ben sadelikten yana olduğum için, bu yanını pek de sevmedim. :) Resimlerde bazı yerlerin üzerine gelince size bilgi de veriyor. Resmi sağ alt köşeden değiştirebiliyorsunuz da.

Daha sık kullandığımda, daha detaylı yazarım. Ben her şeye rağmen Forza Google, Forza Beşiktaş diyorum. :)

Görüşmek üzere.

3 Haziran 2009 Çarşamba

int sinav=5;sinav - -;

Merhaba herkese. Upuzuun bir aradan sonra bir şeyler yazayım dedim. Gerek iş yerindeki yoğunluk, gerek finallerin başlaması, gerekse de beni okuldan soğutan olaylar yüzünden hiç girme fırsatım olmadı.

Eğer her türlü olumsuzluğa rağmen bu dönem mezun olabilirsem, askere gitmeyi düşünüyorum. O yüzden mezun olduğum vakit, aniden kaybolabilirim, hiç belli olmaz. :) Geride kalan arkadaşlarıma demem odur ki, sakın boşlamayın okulunuzu. :) Maalesef birçok arkadaşım ya okulu uzattı, ya da bilgi yönünden eksik kaldı. Son sınıfa gelince çoğunuzu bir telaş sarar artık. :) Okul yoktur, artık anne babanızın küçük-tatlı çocuğu olmadığınızı anlarsınız yavaş yavaş. :) Sorumluluk sizdedir, eğer okul döneminde laylayloy dolandıysanız, kötü son kaçınılmaz. Haa şu var. İnekler gibi 7/24 ders yapmayın sakın. :) Zaten yaparsanız, tabirim için affedin ama, aptalsınızdır. :) Keyfinize bakın ama yapmanız gerekenlerin de bilincinde olun. Gerisini de sallayın gitsin. :)

Şu anda 6, bilemedin 7 gerçek arkadaşım ile gelecekte neler yapacağımı düşünüyorum. Çünkü geri kalan %99.9'luk kısmı sizin arkadaşınız falan değil. :) Timsah gözyaşlarına hazırlıklı olun. :) Bir süre sonra kimse kimseyi hatırlamayacak bile ama işte bunlar da işin klişesi. Bugünden itibaren gerçek arkadaşlarıma doğru yönelmeyi düşünüyorum. Vakit kaybetmek gereksiz olur zannımca.

Her neyse, gerçek hayattan biraz sıyrılma zamanı geldi. :) Sert müzik sevenler için müthiş bir parça önermek isterim: Eluveitie - Your Gaulish War. Yeni bir şarkı değil ama ben yeni dinledim. :)

Ben Avrupa Yakası'nı unuttuum. :S

Ben gitmek durumundayım, hepinize iyi akşamlar. :)

23 Mayıs 2009 Cumartesi

http://gurkanalkan.mybrute.com :)

İyi geceler arkadaşlar.

Sadece bir haber vereyim dedim. My Brute'a az önce kayıt oldum. Sizler de üyeyseniz, çıkın karşıma. :)

http://gurkanalkan.mybrute.com

Saldırın bakayım. :)

İyi geceler. :)

10 Mayıs 2009 Pazar

Anneler Günü

Merhabalar.

Bu aralar pek girme fırsatım olmuyor. Ancak bugünün anlam ve önemi münasebetiyle bir kayıt girmek istedim.

Üzerimde büyük emekleri olan, hala hiç bıkmadan ve üşenmeden benimle ilgilenen, benim gibi dağınık ve çekilmez birine katlanan, beni sadece ben olduğum için seven özel kişinin, canım annemin bu güzel gününü kutlarım. Bu vesileyle tüm annelerin de anneler gününü kutlamak isterim.

Aşağıda uzunca bir yazıdan küçük bir alıntı var. Çok hoş bir yazı, beğeneceğinizi düşünüyorum.

Anne kimdir, nedir, neyin nesidir ?

Yemek yemeyen çocuğun dikkatini çekmek için elindeki tencere ve tavalarla maymunluk yapabilen kişidir, kafayı çocuklarıyla bozmuş, göbek bağı kopsa da, yürek bağı asla kopmayan, sevgi dolu fedakár insan dişisidir.

Ne kadar üzsen de 10 dakika sonra seni affeden zarif bir memeli türüdür, yağlı bile olsa tiksinmeden saçını okşayan, kucağına yatıran, öpüp koklayan tek varlıktır, meleğin süt verebilenidir.

Sevgiliden ayrılma haberi verildiğinde, "Amaaan ben sana daha güzelini bulurum" diyebilen komik bir karakterdir.

Mutfakta yaşayan, evde herkesi idare eden bir tür tatlı canlıdır.

Oğlunun damat, kızının gelin olduğunu görünce, çocuğu mezun olunca, çocuğu gol atınca, çocuğu hasta olunca, çocuğu askere gidince, çocuğu harçlıklarından 5 dolar biriktirdi diye, dolar yükselince, velhasıl buna benzer bir sürü şeye anında ağlayabilen, bu yazıyı okurken bile duygulanıp, gözleri dolabilen, ağlamaya meyilli bir yapısı olan duygu pınarıdır.


Görüşmek üzere..

3 Mayıs 2009 Pazar

Tebrikler Beşiktaş!!..

İyi geceler herkese.

Kötü bir akşam oldu, tüm Beşiktaşlılar gibi, benim için de. Okuyorum yorumları da, yediğimiz ilk golde Gökhan'a yapılan faulden dem vurmuşlar. Bence de faul ama mağlubiyetin arkasına saklanmak çok ucuz bir hareket olur. Fenerbahçe gibi sıradan bir takımı bile yenemiyorsan zaten şampiyon olmayı da hak etmiyorsundur. Oyuncularımızın çoğu derbiyi kaldıramıyor, bu bir gerçek. Ernst dışında iyi oynayan yoktu neredeyse. Rüştü biraz çabalar gibi oldu. Holosko pas hatalarına rağmen süper bir gol attı. Sivok didindi bir süre. Onun dışındakiler sıfırdı. Ama sezon biter bitmez Bobo-Delgado-Serdar Özkan'ı paket yapıp yollamalıyız. Bu kadar ruhsuz, bu kadar vurdumduymaz oynayamaz bir Beşiktaş oyuncusu. Maçı izlerken kendimizi paraladık, adamların umrunda bile değil.

Son sözüm de Mustafa Denizli'ye. Ernst'i neden oyundan aldı ben anlamadım(sakat değilse tabi). Delgado'da ısrar neden peki?

Söylenecek söz çok ama yazımı sonlandırayım artık. Önümüzdeki sezon için kaliteli adamlar almazsak, yine böyle ah vah edip maç kaybederiz.

Görüşmek üzere..

30 Nisan 2009 Perşembe

IIS Hatası: 2148073487

Yeniden merhaba herkese.

Bugün bir makinede IIS ile uğraştım bayağı bir. Normal yolla yüklenmedi bir türlü. Önce The IIS Admin service terminated with service-specific error 2148073487 (0x8009000F) gibi bir hata verdi. Ben de IIS'i kaldırdım. Makineyi yeniden başlattıktan sonra bir daha kurdum. Bu sefer IIS yüklendi. Servislerden baktığımda çalıştığını gösteriyordu. IIS paneline baktığımda aslında çalışmadığını gördüm. İçi bomboştu. Error log'a baktığımda aslında hatanın yinelendiğini gördüm. Ve daha sonra şu şekilde çözdüm:
Önce IIS'i silin.
Daha sonra C:\Documents and Settings\All Users\Application Data\Microsoft\Crypto\RSA dizininde Machine Keys klasörünün adını değiştirin. IIS'i yeniden yükleyin. Yeni bir machine key klasörü oluştuğunu göreceksiniz. Asp.net sayfaları için de, Visual Studio command prompt'u açıp, aspnet_regiis -i yazıp enter tuşuna basın. IIS sorununuz hallolacaktır.

Bu olay yetkilendirmeyle ilişkilendirilmişti Microsoft'un sitesinde. Mchine Keys'deki dosyalar üzerinde yetkimiz olmadığını düşünüp, kendi oturumumuzda yeni bir machine key yaratmış olduk.

Hoşça kalın..

23 Nisan 2009 Perşembe

23.04.2009 Hatırası

İyi akşamlar herkese. Bu kayıt bilgilendirme amaçlı olmayacak, boş yere okumayınız. :)
Günün yorgunluğunu(!) buradan çıkartmak istiyorum.

Öncelikle bana hiç bir fikrim olmadığı halde burçları anlatıp, burcumu-yükselen burcumu söyleyip, yıldız haritamı ortaya koyan Yasemin arkadaşıma teşekkür ederim. O yazıya baktıkça, dehşete düştüm. O ben miyim. :D Bir daha okuyacağım birazdan. :)

Bu haftaki haliyet-i ruhiyem bayağı ilginç. :) Hiç bir şey yapmadım neredeyse. Ama yarın algoritma projesine başlıyorum sonunda. Sürekli yolculuklarla geçirdim günleri. Kısa ama güzel. :) Hatta komik bir olayı anlatayım. Almanca hocamdan geriye sıfıra yakın Almancam kalsa da, otobüste bayağı bir kopmuş olacağım ki Rammstein'dan Mein Teil'ı söylemişim sesli bir şekilde. :D Neyseki kalabalık yoktu fazlaca. Yanımda oturan 45 yaşlarında bir bayan, merak edip şarkının seslendirenini sormasa, bunun da farkına varamayacaktım. :D Muhtemelen beni nazikçe uyardı bu hareketiyle ama neyse. :)

Yarın, fırsatım olursa, "nitelikli" bir kayıt girerim. :)

İyi akşamlar herkese..

22 Nisan 2009 Çarşamba

Byte Stuffing(Bayt Doldurma)

Herkese tekrar merhaba. Bolca ıslandığım bu yağışlı İstanbul gününün gecesinde, hiçbir fedakarlıktan kaçmayarak sizlere sesleniyorum. :P

Kısa ama önemli bir konuya, Byte Doldurma(Stuffing) başlığına değineceğim. PPP veri çerçevesinde, verinin başında ve sonunda bayraklar(flag) vardır. Bu bayrakların değerlerini gördüğümüzde, çerçevenin bittiğini anlarız. Peki ama, bayraktaki bitlerin aynısı verinin içinde varsa ne yapacağız?

İşte çözüm:Byte Stuffing. Verinin önüne 01111101 kontrol kaçış byte'ını koyarsanız, verinizin flag olmadığını belirtmiş olursunuz. Eğer 01111101 dizisi veriyse, onun önüne de bir tane(01111101) koyarsınız. Böylece bu sorunu çözersiniz.

Diyebilirsiniz şimdi: verinin içinde flag bitlerini kullandırmayız. Mantıklı ama PPP(Point to Point Protocol)'nin kıstılama getirmeme gibi bir özelliği var. Bu yüzden olmaz. :)

Bu konu burada biter. Bu arada Beşiktaşımızın Alman oyuncu "Fink" ile anlaştığı iddia ediliyor. Eğer gerçekleşirse bayağı komedi olacak. :) Daha şimdiden geyiği başladı. :)
Yılmaz at Fink'e. Sait at Fink'e. Mehmet boş, at Fink'e. :) Boş kaleye gitse bile, dön, at Fink'e. :D
Bilmeyenler için bkz. 10 maçta 107 gol yiyen takım. :D

İyi geceler herkese.

20 Nisan 2009 Pazartesi

Konuşsana Adnan Polat

Hani tezgah vardı?

Adnan Polat`tan açıklama bekliyoruz.

Beşiktaş kendi sahasında puan kaybetti, bir oyuncusu kırmızı kart gördü, bir penaltısı verilmedi...

Bu mudur tezgah?

Yoksa yıllardır yaptıklarınızın, başınıza geleceğinden mi korktunuz?

Rahat olun, bu hafta olmadı, önümüzdeki hafta lideriz...

Bileğimizin gücüyle, emeğimizin karşılığında, sizlerin alışık olmadığı bir şekilde şampiyon olacağız...

Siz şimdi gündemi değiştirecek başka şeyler arayın, buna ihtiyacınız var...

Kaynak: Haber1903

19 Nisan 2009 Pazar

Ağ Katmanında "Fragmentation" (Parçalama)

Şimdiki konumuz yine ağ katmanından: Fragmentation. 2 tür fragmentation(parçalama) var:
1. Transparent Fragmentation
2. Nontransparent Fragmentation

İlk bölme işleminde(transparent), bir paket herhangi bir ağa gelmiş olsun. O ağdaki bir düğüm bu paketi parçalara ayırsın. Daha sonra o ağdan çıkarken de, başka bir düğüm de onu tekrar birleştirir. Bir başka ağa gidince de, yine önce fragmentation işlemine tabi tutluyor; daha sonra da reaasemble işlemi uygulanıyor. Ancak bu yöntemin performansı düşüktür. Çünkü sürekli fragmentation-reassemble var. Yani parçalayıp birleştiriyorusunuz durmadan.

İkinci bölme işleminde ise(non-transparent), aynı paketin herhangi bir ağa geldiğini düşünün. O ağda bir düğüm yine bunu parçalasın. Ağdan çıkarken de başka bir işleme tabi tutulmaz. Parçalanmış bir şekilde ağdan çıkar. Başka ağa gider ve orada da birleştirilmez parçalar. Ağdan yine parçalar halinde çıkar. Ancak bu yöntemin riski, paket kaybının fazla olabilmesidir. Orijinal paketin oluşabilmesi için tüm paketler beklenir. Bu yüzden kayıp olmasa da, gecikme kesinlikle söz konusudur.

Ağ katmanındaki paketin parçalanma adımları da bu şekilde arkadaşlar. Bu da, bu gecenin son kaydı olsun. :)

Bugün 10 kişiyle iyi top oynadık ama maalesef berabere kaldık. Adnan Polat ve Mecnun Odyakmaz da hala hakemden şikayet ederler mi bilinmez. Bursasporlular korundu saha içinde adeta. Toraman'ı çok kolay attı. Herhalde Bülent Uygun'u atmanın verdiği baskıyı üzerinden atmak istedi. Her şeye rağmen sezon sonunda zirvede olacağız. Forza Beşiktaş. :) Dersi olanlara yarın için iyi dersler dilerim; benim gibi kaytaranlara da iyi uykular dilerim. :)

Hoşça kalın..

Link State Routing

İyi geceler hepinize. Yeni bir haftaya 1 saat sonra başlıyoruz. Ben de bu sakin gecede (en azından benim için öyle), bir konuya gireyim dedim. Unutmadan, yarın Network'e giderseniz iyi not tutun. Uykum var, sabah uykumu bölmek istemiyorum. :D

Başlıkta da belirttiğim üzere konumuz "Link State Yönlendirmesi". Link State Routing, Routing(Yönlendirme) Algoritmalarından bir tanesidir. Paketleri neye göre yönlendireceğinize, bu algoritmalardan birini seçerek karar verirsiniz. Bu algoritmada her router komşularını keşfetmeye çalışır ve IP adreslerini öğrenir. Komşularına olan gecikme/maliyet değerini hesaplar(uzaklık gibi düşünün). Öğrendiklerini de diğer routerlara(komşularına) gönderir. Bunu her router yapar bu şekilde ve böylece tüm routerlara ulaşılmış olunur.

Link State Routing'de, en küçük maliyetli yoldan göndeririz paketlerimizi, haliyle(az önce maliyetin hesaplanmasından bahsetmiştik). Ancak bir süre sonra o yol şişer ve gecikmeler artar. Alternatif yola yönelim başlar doğal olarak. Ancak bir zaman sonra o yol da şişer. Bu sefer tekrar eski yola dönersiniz vs vs. Bu şekilde bir o yola, bir bu yola gitmeye Ping Pong Effect demişler. Bu noktada dengeleyici faktörü(balancing factor) göz ardı etmemelisiniz. Aksi takdirde, sisteminizde Ping Pong Effect tehdidi her zaman var olacaktır.

Konuyla ilgili şekiller de var aslında ama yüklemeyle uğraşmak istemiyorum açıkcası. :) Nette sürüyle var, Google'a sorun, o söyler. ;)

Az kalsın unutuyordum. Send Flag ve ACK(acknowledgement) Flag diye iki kavram daha var. Yani Gönderildi Bayrağı ve Bilgilendirme Bayrağı. Biri size hangi router'lara paket gönderildiğini(Send); diğeri de hangi router'lardan paket geldiğini söyler(ACK).

Genel olarak bu kadar. Yeni konu girerim birazdan.

17 Nisan 2009 Cuma

Televizyonun Cezbedici(!) Dünyası

Merhaba herkese. Nİhayet ara sınavları bitimiş bulunmaktayım. Kişisel savurma alanıma geri döndüm. :D

Bugün saldıracağım konu televizyonun saçma programları. :) En az 4-5 kez izledim her birini. Bunu da belirteyim. İzledim ve izlenmemesi gerektiğine kanaat getirdim. :)

Ciddiyeti elden bırakmayarak popüler programlara kısaca göz atalım. Yemek Programları. Evde tek başımayken yapabileceğim şeyleri ben de öğrenirim diye, 2-3 kez açtım. Yemekten çok kavga var. İnsanların kusurunu yüzlerine vurma var. Örf ve adetlerimizle çelişiyorlar. Bizde misafir olarak bir yere gittiğinde, gördüğün eksiklikleri yüzlerine vurmaz, aksine onları örtüp, bizler için girdiği zahmet için teşekkür edersin nazikçe. Bu yarışma tam bir rezalet. Diyorlar ki yarışmanın formatı böyle. "Format böyle" demek aslında, biz oraya kavga ettirmek için çıkartıyoruz, demekle eşdeğerdir.
Evlenme Programları. Stüdyoda sallamak serbest. :) Sizden mal varlığınızı ve kişiliğinizi ispat etmenizi isteyen yok. Güncel örnek vereyim: Fenerli Lugano'nun programa çıkıp, çok duygusalım, hisliyim demesi gibi bir şey bu da. :) Saflar için birebir. Zaten geçenlerde bir yerde okudum, bir ajans da kasten reklamı olsun diye bir oyuncusunu göndermiş oraya. Oyuncu rolünü yapmış, dizi teklifini almış. Alan memnun, satan memnun. Olan çocuğun acıklı(!) hikayesiyle ağlayan, ona inanıp talip olan insancıklara oluyor. :) Yazııııııııııııııııııık. :D
Kutu Açan Yarışma Programları. Bakınız sevgili arkadaşlarım. Kimse para basmıyor. Kaşınıza gözünüze bakıp, kimse size binler vermez. Madem bu kadar paraları var, Türkiye'nin derdi neydi o zaman. :) Bir de çok yapmacıklar yaaa. Programa her katılan ne kadar da duygusal be kardeşim. :D Kutudan yüksek çıkınca ağlıyor, sızlıyor. Düşük çıkınca hopluyor, amuda kalkıyor vs. ..

Sizlere bir iki program tavsiye edeyim. Banu Avar - Dünya Düzeni - Avrasya TV (ART)
Murat Bardakçı - Tarihin Arka Odası - HaberTürk
Nihat Genç - Veryansın - Avrasya TV (ART)
Rauf Denktaş - Denktaş'ın Gündemi - Avrasya TV (ART)

İsteyen olursa bende program çok. :) Yetişebilmek de ayrı bir mesele tabi, hepsine birden.

Görüşürüz..

16 Nisan 2009 Perşembe

if(sınav==0){MessageBox.Show("Nihayet!");}

Yorucu bir sınav döneminin yarın sonuna geliyorum. 1-2 gün sonra burayı algoritma ve network ile donatacağım. :) En azından, seneye insanların işine yarasın.
Network sınavı ile başladı bu hafta. Halim Hoca'yı işte bu yüzden seviyorum. Mühendislik sınavı böyle olmalıdır. Notlar açık, ezber yok. Anlattıklarını kullanarak cevaplar vermemizi istiyor. Anlatmadığı bile olsa, bu yöntemle sınava girmeye bayılıyorum. İnanın, kaç alacağım hiç önemli değil.
Salı günü de, güvenlik vardı. Bu da aksine sözel öğrencilerine yönelik sınavdı. Sunumlardan 2 soru gelmişti. İkisini de yapamadım, maalesef benim sunumu sormamıştı. 1 soruda da, nasıl yapacağımı bildiğim halde, yarıda kaldım. Çünkü formülü unuttum. Dolayısıyla da şifreleyemedim. İşte bu tür sınavlardan da iğreniyorum. Bizi ölçmüyor, sadece üniversitenin prosedürünü işletiyor. Adı ne, sınav. Böyle sınavlar size hakaret gibidir aslında da, son döneme kadar kendimi sıkmışım, bu dönemde de bir patlama yaşamak istemiyorum. O yüzden asistanla polemiğe falan girmeyeceğim.
Bugün de Advanced Algorithm vardı. Yine Halim Hoca ve yine açık not. Yine güzel sorulardı. Fanteziye kaçmasaydım, 100 alabileceğim sınavdı da. :) Güzelim algoritmanın tarihini kağıda yazarken soruyu yetiştiremedim. :D Bu da bana 35-40 puana patlar muhtemelen ama olsun. Sınavı zevkle yaptım. :D
Yarın da son sınav:Modelleme. 200 küsür slayt var ve sınav kapalı not olacakmış. Aslında bunun hakkında çok güzel bir açıklama yazardım da, dediğim gibi son dönemim. Sakin olmaya çalışıyorum. :) Slaytları ezberleyip mühendis olacaksam, bu bölüm niye var? Ya da bu eğitmen statüsündeki insanlar niye var? Ben bunları netten de bulup okuyabilirdim pekala. Neyse ben okumaya devam edeyim de. En azından 30 alayım sınavdan.

Yarın görüşürüz..
(Ha unutmadan, Türkçe'de iki nokta yoktur. Ben öylesine koyuyorum ama belirteyim dedim. :) )

10 Nisan 2009 Cuma

Asakir-i Mansure-i Muhammediye

Merhaba tekrar. Beşiktaşımız 3-1 kazandı maçı. Bu güzel olayın şerefine ben de bir tarihi olayı ele alayım bari. :) Kısa bir konu seçtim bu seferlik: Asakir-i Mansure-i Muhammediye.

Malumunuz o dönemlerde, her yerde olduğu gibi orduda da sorunlar yaşanmaktaydı. Tımarlı Sipahiler ve Yeniçerilerin başrolde olduklarını hemen belirteyim. Bakınız, tarihi bir olayı değerlendirirken, günümüz koşullarından bağımsız düşünmeliyiz. Dolayısıyla direkt olarak suçlu olan şunlardır demek zor. Eğer suç aranacaksa, bu yetersiz yönetim kadrosunda ve yanlış politikalarında aranmalıdır. Bu sorunların asıl temeli oraya dayanır.

Tımar sisteminde, devlet toprakları sipahilere deyim yerindeyse kiralanmıştır. Bu sipahiler o toprakları işlerler, halktan devletin yerine vergi toplarlar ve tımar bölgelerinin büyüklüğüne göre asker yetiştirirlerdi. Böylece devletin her yere ulaşmasına gerek kalmıyordu. Ancak birkaç yılda bir sipahilerin tımar bölgeleri değişiyordu. Ancak biraz önce de bahsettiğim yanlış politikalardan dolayı, zamanla düzen kaybolur. Tımar sahibi sipahiler, asker yetiştirmek bir kenara, tımarlarını bırakmazlar. Yer değişikliği yapmayınca, uzun süreler o toprağın başında durmaktan, oranın sahibi olduklarının hissine kapılmışlardır. (Zaten bu bozukluk "ayan" denilen o meşhur yapılanmayı doğurmuştur.) Bir nevi toprak ağası gibi davranmışlardır. Bu davranışları bence Avrupadaki burjuvazi ile eşdeğerdir. Bu da tımar sistemini bozmuştur. Ordunun en kalabalık vurucu gücü adeta çökmüştür.

Gelelim Yeniçerilere. Tımarlı Sipahilerde Türk soyundan gelmesi esastır. Yeniçeriler ise tamamen devşirmelerden oluşur. Çoğu dönemde sayıları sabit tutulan bu ocak, zamanla hızla büyümüştür. Padişaha yakın bir kuvvet olduklarından, saray üzerinde de etkin bir rol oynamaya başlamışlardır. Her türlü modernizasyona ve yeniliğe karşı çıkmışlar; savaşlarda disiplinsiz tavırlar almaya başlamışlardır.

Bu iki güç de oldukça etkinlerdi. Takvimler 1826'yı gösterdiğinde Vaka-i Hayriye diye bilinen olay zuhur etmiştir. Bu olayı takiben Asakir-i Mansure-i Muhammediye, yani Muhammed'in Muzaffer Ordular'ı kuruldu(II. Mahmut). Bu çok kolay bir iş değil, binlerce kişiyi devre dışı bırakıyorsunuz ve yeni bir güç oluşturuyorsunuz. Zaten tepkileri en aza indirmek için de ordu isminde Hz. Peygamberimizin ismi yer almıştır. Dini motiflerin de yardımıyla bu olay hızlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir.

Yeterli bence bu kadarı. :) Başka bir maç sonu tarihi olayla daha görüşene dek. :P

Hoşça kalın. :)

Karmaşık Bir Şeyler

Ben bu satırları yazdığımda Beşiktaşımız penaltı vuruşunu Zapo ile gole çevirdi. :) Nihayet 1-1 yapabildik.

Malumunuz her öğrenci gibi sınav dönemi geldiğinden yoğunluğum arttı. Ancak yetişmeyecek gibi çalışmalarım. Özellikle Bilgisayar Ağlarında Güvenlik dersi imkansız gibi bir şey. Kitaptan aynen yazılıp geçen anlatımların üstüne, 15 konuluk sunumlarla facia yaratacak bir sınav gibi duruyor. Açıkçası vaktimi bu ders ile öldürmek de istemiyorum, zaten yetişmeyecek.

Dün akşam futbol turnuvasındaki rakibimizle hazırlık maçı yaptık. :) İlk kez bir arada oynadık. Ama maalesef arkadaşlarımın kondisyonu yerlerde. Mehmet dışında, kalan 5 arkadaşım umarım bir ara koşu falan yaparlar, yoksa gruptan çıkamayız. :) Bir de takımda forvet yokmuş. Eskiden herkes ileride oynamak isterdi. Biz sahaya bir çıktık, herkes savunmacı olduğunu söylemeye başladı. :)

Yeni kayıt gireceğim birazdan, ama gooooooooooooooooooooollllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll..
Bobo, Bobo, Bobo.. :D

Birazdan görüşürüz. :)

6 Nisan 2009 Pazartesi

Geçmiş Zaman Olur ki..

İyi akşamlar hepinize.

Umarım yeni hafta hepiniz için iyi başlamıştır. Benim oldukça yoğun başladı. Yarına hazırım artık. 09.20 Lab A'ya beklerim hepinizi. :)

Pazar günü az kalsın maça gidiyordum. Bir şekilde gitmekten vazgeçtik(bu sefer ben vazgeçtim:) ). İyi ki de gitmemişim dedim olayları görünce. İstanbul Emniyeti, sürekli polis alımlarıyla genişlettiği kadrosuna belli ki pek iyi bir eğitim verememiş. Bunu Kadın Günü, İşçi Bayramı sonrasında bir kez daha gördük televizyonda. Çok yazık..

Federasyon milyonlarca dolar verip reklam yapsın, Lütfen kampanyaları yaratsın. Bundan sonra ağzıyla kuş tutsa, dünkü maça aileleriyle gelen küçücük kardeşlerimizi bir daha kimse maça getiremeyecek. Sorumluları eserlerinle övünsünler. Trafik kapandı diye, küfürler edip(bizzat tanığından), biber gazı ve gaz bombası ile dalınır mı o kadar insanın arasına? Gerçekten de suç teşkil eden varsa git, al oradan onları. Ama ne demek gaz bombası, biber gazı. Göz altınadaki gence(elleri koları bağlı) tekme atan şahıs.. Sen insan mısın? Polis olman bir yana, insan diyor musun sen kendine? Maçla ilgisi olmayan, şovu izlemeye giden çiftlerin, yaşlıların üstüne tazyikli su sıkan panzerdekiler.. Ya siz nesiniz?

Bunlara da kızmıyorum aslında. Her önüne geleni polis akademilerine sokanlara kızıyorum. Yanılıyorumdur umarım. Detaylarını bilmiyorum, eğer yanılıyorsam tekzip etsinler, ben de sözlerimi geri alırım. İradeleri sınanmıoyr mu bunların; insan psikolojisinden bihaberler mi bunlar?

Bakınız kişiliklerini bilmem bunların. Genelde hayatı boyunca ezilmiş, ezik duran, herhangi bir yetisi olmayan insanlar, ellerinde gücü hissedince kendilerini kaybederler. Ben olayı bu şekilde okudum. Psikoloji uzmanı değilim ama insanları da az buçuk tanıdığımı düşünüyorum. Düşünüyorum da, doğuda Mehmetçiği şehit eden hainlerin cenazelerinde olanları izleyen polis; takımına yol boyu eşlik etmek isteyen taraftarlara "terörist" muamelesi yapan polis. Sayın Cerrah hala görevinin başındaysa zaten sözün bittiği yerdeyizdir. Allah tüm İstanbulluların yardımcısı olsun.

Yarın görüşürüz..

3 Nisan 2009 Cuma

Decode(3 Nisan)=?

Merhabalar. Lojik derslerinden bana miras kalan bir kaç kavramdan biriydi Decode. :) 2 kez Lojik-1 alan birisinin, hala nasıl bu kadar beceriksiz olduğunu düşünüyorsunuzdur belki. :)

Bugün yine sabahın köründe okula gittim ve 12 saatlik uykumu uyuyamadım. :) E, benim gibi bir kütleyi ancak 12 saat keser. :) Aylin Aslım'ın şarkısı gibi olacak(Beyoğlu Kimin Oğlu) ama "gittim de ne oldu". :) Slaytlardan UML izledik. Keşke uyusaydım diyeceğim ama çalıştığım zamanlardan biliyorum, kimse haber vermiyor, herkes kendine çalışıyor. Zaten, işe gidecekken sınavların başladığı haberini alan biri olarak, yoğurdu üfleyerek yeme durumum, çok da anormal olmasa gerek. :)

1 günlük Çanakkale Şehitliği gezim maalesef saçma sapan sebeplerle iptal oldu. Kendimi de o kadar hazırladım. Uzun zamandır Edirnekapı'dan başka bir şehitliğe gidemez oldum. Bu bölüme girdim gireli duyarsızlaştım mı ne. Suçluluk duygusu var üzerimde.

Bu arada, YazGeliştir sitesinde SQL Server bölümüne göndermeye çalıştığım makaleye bir kez daha geri dönüş alamadım. Herhalde o siteye, bir daha SQL makalesi göndermeye çalışmayacağım. Ancak diğer önemli kaynağa makalemi ekledim. :) Yazılım Günlüğü sitesine Net Library başlıklı bir makale ekledim. Bundan önceki makalede değinmiştim bu konuya. Ancak geri dönüşler oldu ve detaylı bilgiler istendi. Ben de daha geniş bir makale hazırladım. Tabi okuldan fırsat kalmadığı için 1 ay gecikmeli yapabildim. İstediğiniz bir konu olursa, sizler de söyleyebilirsiniz tabi ki. ;)

Belki birazdan yeni bir kayıt daha girebilirim. :) Girmezsem de hoşça kalın.. ;)

2 Nisan 2009 Perşembe

IBM Projesi Nihayet Sonlandı!!

An itibarıyla IBM Yazılım Yarışmasına dosyamızı göndermiş bulunmaktayız. :) İlgilenmediğin bir alanda bitirme projesi yapmak ne demekmiş, öğrendim: işkence. :) Ama öyle ya da böyle %90 gibi bitirdik. Eğer sunuma çağırılırsak, ki sunumu ben hazırladım, o sunumu çağırmazlarsa mesleği bırakırım, muhtemelen ilk 5'i zorlarız gibime geliyor. :D

Yalnız 00.00'ı saniyelerle geçtik galiba, ama sorun bizden değildi. :) IBM sitesinden hata aldık. Biz de e-posta yoluyla ulaştırdık projemizi. Tabi o heyecanla bayağı bir uyanık vaziyetteyim şu an. :D Saat 1'e geliyor ama ben pek de kısık olmayan bir seste Rammstein dinliyorum. :)

Bugün de haliyle okuldaydım sürekli. Yarın da güvenliğe hazırlanmalıyım, salı günü sunum var. 9.20'de Lab A'da 7 Nisan Salı günü.. Hepiniz gelin. :)

Bu arada sevgili arkadaşlarım, tekrar yazıyorum, bir kez daha vurguluyorum. :) Ben Feysbuk'a üye değilim!! Adaşlarım çokmuş, ama ben değilim yaaa. :D Biri şiirler yazıp, yabancılarla konuşmaya çalışıyormuş; diğeri topçuymuş. Sırf bu yanlışlığı düzeltmek için üye olacağım herhalde sonunda. :D

Bu arada pek vaktim olmasa da, geçen 2-3 gün boyunca 4-5 kilometre arası koşular yaptım. Hızlandım koşularda ama henüz hazır değilim uzun mesafelere. Çabuk yorulunca mesafem azalıyor. :) O da düzelir umarım. :)

Bugün güzel bir olay oldu ama özel tabi ki bu. :) İnsanlar için küçük, benim için büyük. :D O yüzden mutlu bir şekilde yazımı sonlandırıyorum. :)

Hoşça kalıın..

31 Mart 2009 Salı

Söyleyemediklerimi İşitin Lütfen!

Bana aldanmayın!
Yüzüm bir maskedir,
Sizi aldatmasın.
Binlerce maskem var.
Çıkarmaya korktuğum.
Ve, hiç biri ben değilim...
Olmadığımı göstermek
İkinci doğam oldu.
'kendinden emin biri' dersiniz,
sanki güllük gülistanlık
benim için herşey...
adım güven belirtir.
Ve,
Oyunumun adı
Ağırbaşlılıktır.
İçimde ve dışımda denizler sakin,
Herşeyin kumandanı ben...
Fakat, inanmayın bana,
Lütfen!..
Herşey dışta düzgün ve cilalı,
Hiç yıpranmayan, her zaman saklayan
O maske!..
Altta ne güven, ne de rahatlık...
Altta,
Karışıklık, korku ve yalnızlık içinde bocalayan
Gerçek ben!..
Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla
Kimsenin bilmesini istemem
Zayıf taraflarımı düşündükçe,
Titrer ve sararırım...
Ve başkaları görürse iç dünyamı...
Gerçek beni ve yalnızlığımı!
İşte, maskelerimi onun için takarım...
Onun için, arkalarına saklanacak maskelerim var.
Onlar, gösterişle kullanabileceğim
Parlatılmış yüzlerim.
Bana,
'sen değerlisin' diyecek,
'maskesizken daha bir insansın'
'daha bir bendensin'
'daha yakın, daha bir dostsun'
diyecek bir bakışa
muhtacım...
benim yanıma sokulman kolay olmayacaktır!..
uyarırım seni dost!..
uzun yıllar kendini yetersiz hissetmiş ben,
sana kendini kolayca açmayacaktır...
bütün gücümle tutunacağım maskelerime
ne kadar sokulursan yakınıma
o denli şiddetli geri iteceğim seni...
kim olduğumu merak ediyor musun?
Hiç merak etme...
Ben çevrendeki
Her erkek ve kadınım...
Maske takan her insanım.

Kaynak: İnsan İnsana

Doğan Cüceloğlu

Günümüz insanlarını çok güzel anlatmış. Bayıldım bu yazıya. Sonuna kadar okumalısınız, beğeneceğinizi umuyorum.

30 Mart 2009 Pazartesi

Tu Vas Me Detruire :)

Merhaba herkese. Hemen belirteyim, başlık konuyla alakasız, sadece çalan şarkının kısa bir yeri. :) Okula ve bitirme projesine zihinsel olarak yönlenince, kayıtlarım da o doğrultuda oluyor. Yazılım ile ilgili kayıtlarım çok yakında başlıyor yine arkadaşlar. Bu açıklamadan sonra bilgisayar ağlarından güzel iki kavrama değinelim.

Expedited Forwarding ve Assumed Forwarding.

Expedited Forwarding dediğimiz kavram, differetial services diye de geçebilir, paket yoğunluğu arttığında alternatif yollar tanımlar. Şöyle anlatayım, siz kendiniz için(kendi paketleriniz için) expedited bir yol seçersiniz. Ayrı bir yoldan gidersiniz yani. V.I.P gibi düşünebilirsiniz. :) Diğer paketler ise regular line dediğimiz kalan hatları kullanırlar.

Assumed Forwarding ise, integration services diye de geçebilir, tercihi yol kavramını kaldırıyor. Sınıflara bölüyor işi. Diyelim ki 4 klasman tanımladınız(4 hat yani). Bu arada yazım sapıtabilir, Duman konserine döndü burası şu anda. :D Şarkı geçişlerim çok serttir, herkes ayak uyduramaz. :D Neyse, 4 hattı tanımladınız diyelim ki. Bunlardan geçenlere bulundukları sınıfa özel priority tag verilir. Yani önceliği belirtsin diye. 1,2,3 ve 4 numaralı hatlar olsun(en önceliklisi 1, en az önceliklisi de 4 olsun). Aslında bunları kuyruk gibi düşünmek daha güzel olacak sanırım. Evet, kuyruk diyelim. :) 1.kuyrukta paket varsa en yüksek önceliğinden dolayı hep onun paketleri gider. Ama bu, sürekli böyle mi olacak..? Yani diyorum ki, 1. kuyrukta sürekli paket olursa, 2,3 ve 4'ün paketleri ne yapacak? Tabi ki hayıııır. Siz her kuyruğa şu kadar hızda paket geçirebilirsin diye garanti verebilirsiniz. Eğer garanti verdiyseniz de, priority levelleri dinamik olarak değiştirin ki, sırayla her kuyruğun önceliği yüksek olsun. Yoksa nasıl paket gönderirler ki, önceliği düşük kalırsa. Bu birinci yaklaşımdı.
Ellerimde kan, dilimdeeeeen akaaaar.. Kime neeee, bananeeee.. Bu aşk beni yoraaaar. :D Cidden dinleyin bu albümlerini. :)

2. yaklaşıma da değinelim. Bu yaklaşımda da, paketleri en yüksek öncelikliye, örneğimde 1. kuyruktu, atarsınız.

Bu kısa ama yorucu konu bitti. :) Yarın sabahki derse gitmeyeceğim, hem sunumlar başladı, hem de uykum var. :) Bu arada bu yazıyı okuyorsanız, 7 Nisan'da yapacağım Kerberos Protokolü sunumuma geleceksiniz demektir. IP adresinizden tespit ederim, arkadaşlığımız biter ona göre. :) Gelen olursa yarınki Mimari dersinde görüşürüz. Hocamın kalemle gösterdiği slaytları keyifle izleyeyim. :D

Hoşça kalın..

29 Mart 2009 Pazar

Güne Dair..

Merhaba arkadaşlar. Bu yoğun pazar günü umarım sizler için de güzel geçmiştir. Havalar da düzelmeye başladı, herhalde herkes daha enerjiktir. :)

Sözde oy kullanan bazı vatandaşlarımız birbirlerine saldırmış bugün. Gizli oylamada bile birbirimize girecek bahaneler bulmuşuz demek ki.

Bu arada Duman'ın yeni albümünü edindim. Duman I ve Duman II şeklinde 20 parçalık harika bir albüm. Ama ben en çok Duman I'i beğendim. "Bu Aşk Beni Yorar", "Helal Olsun", "Hayvan" ve "Dibine Kadar" muhteşem şarkılar. Kesinlikle dinlemelisiniz diyebilirim.

Bugün NetLibrary makalemi genişletmeye başladım. Fazla ilgilenemedim çünkü hava güzel olunca işler zorlaşıyor. :)

Dün İspanya'ya yenildik bu arada. Emre Belözoğlu'na nasıl tahammül edip, Semih'i nasıl oyundan aldı Terim, anlamış değilim. Olan oldu. son anda gruptan çıkacağımıza Terim'den kurtulalım. Çünkü adamın milli duyguları, bazen eski dostlarına gösterdiği vefa yüzünden sekteye uğruyor gibime geliyor. Dikkat etmesi gerekir.

Yarın herhalde bir konu hakkında kayıt girerim. Hoşça kalın..

26 Mart 2009 Perşembe

26 Mart da Geçti..

Öylesine bir kayıt daha gireyim dedim. :) Bugünü deşifre edeceğim.:P

Bugün bitirme projemizde(GSM Tabanlı Uzaktan İzleme ve Faturalama) biraz daha yol aldık. Yükselen bir takım grafiğine sahibiz, 1 Nisanda(IBM Yarışmamızın bitiş tarihi) en azından %70'i hazır bir proje vereceğiz sanırım. Eğer her şey yolunda giderse, o zaman korkun bu gruptan çünkü muhtemelen ödülü almaya gideriz. :D Kendim dışında bu başarıyı Halim Zaim Hocam için de istiyorum çünkü sağolsun her zaman destek çıktı bize(herkese rağmen, anlayan anlar bu vurguyu :) ).

Onun dışında koşularım hızla sürüyor. :) Pazartesi akşamı 7,5 kilometre yaptım. Gerçi ayaklarımı hissetmemeye başladım son metrelerde ama alışacağımı umuyorum. :) Hedefim yaza kadar 15 kilometreyi tempolu koşabilmek. Hala tempoyu yüksek tutamıyorum maalesef.

Geçenlerde "İhaneti Gördüm" isimli Erdal Sarızeybek imzalı kitabı okudum. Hepinize tavsiye ederim. Güneydoğudaki bölücü terör ile ilgili tüm olayları çarpıcı bir dille, gayet de akıcı bir şekilde anlatmış.

Aklıma gelen bunlar şimdilik, bir şeyler hatırlarsam yeni kayıt girerim. ;)

Görüşürüz..

25 Mart 2009 Çarşamba

Perfect Hashing

Merhaba herkese. Dün dediğim gibi yine bir algoritma başlığı ile birlikteyiz. :) Bugün de perfect hashing'in nasıl olabileceğine değineceğiz.

Malumunuz, hashing işleminde her key'e karşılık bir adres hedefi vardı. Ancak farklı 2 key aynı adresi ya da başka deyişle elemanı üretirse, burada çatışma, çarpışma(collision) oluşuyordu. Collision'ı önlemek için de 3 yöntem vardı: Linkli, Linksiz, Yalancı Linkli. bunlara zaten girmiyorum şimdi, ana konuya döneyim tekrar.

Perfect Hashing'de unique adresleme var. Key sayısı ile adreslerin(yani üretilecek elemanlar) sayısı aynı olması ideal bir durum yaratmaktadır. Örnek olarak programlama dilindeki "keyword"ler verilebilir. Yani sabit ve az elemanlı olmasına özen göstermeliyiz. Aksi taktirde avantajdan ziyade dezavantajı var.

Gösterimi de şu şekilde:
p.hash(key)=(h0(key)+g[h1(key)]+g[h2(key)])

Bu formüle, mesela: g[h2(key)] ifadesinde, key'i hashliyorsunuz, g tablosundaki ilgili yerde bulunan değeri alıyorsunuz.(g tablosunu oluşturmak için farklı yöntemler vardır, muhtemelen bunun hakkında yazı sonra yazarım ama, siz şimdilik size verildiğini kabul edin bu tablonun.)

En yaygın algoritmayla basit bir örnek yapacağım. Ayrıntılı bir yazıyı da yakında yazarım ama gitmem lazım şu an. O yüzden girizgah mahiyetinde olacak bu yazı.

Cichelli Algoritması, en bilinen algoritmadır bu konu için. Bir programlama dilinin(yanılmıyorsam Pascal) keywordlerinin frekanslarına göre bir tablo oluşturulmuş ve işlemler ona gre yapılmış. Mesela B=15 N=13 vs. gibi her harfe bir değer atanmış tablo tasvir ediniz.

Hazır B ve N demişken, bu harfleri örnekte kullanayım. :) Cichelli'ye göre

h0=uzunluk(key)
h1=ilk karakter(key)
h2=son karakter(key)

Örnek de şu olsun: begin.
Formül şuydu:
p.hash(key)=(h0(key)+g[h1(key)]+g[h2(key)])

p.hash(begin)=5(h0, begin'in uzunluğu,5 harfli bir kelime çünkü)+15(h1'in g tablosundaki değeri.h1 de ilk karaktere göre hesaplanıyordu, formüle bakarsanız.İlk karakter B. B=15)+13(Son karakter de n. N=13)=33


Başka bir key'den 33 değeri üretilmemeli. Başka bir deyişle b ile başlayıp, n ile biten ve 5 karakteri olan key olmamalı. Farklı durumları da başka zaman yazarım.

Görüşmek üzere..

24 Mart 2009 Salı

Alakasız Yazı

Merhaba arkadaşlar. Bugün herhangi bir bilgilendirme olmayacak yazıda, baştan diyeyim de boşa gözlerinizi yormayın. :) Uzun yolculuklarım, ikili ilişkilerim ve çevrem sayesinde bazı şeyleri fark ediyorum. Yani aslında önemsiz şeyler eminim bir çoğunuz için ama takılıyorum böyle şeylere.

İnsanların bencil olduklarını bilirdim ama size hiç saygı göstermeme derecesinde bencil olabileceklerini asla tahmin etmezdim. Maalesef kendisine sağladığınız yarar kadar varsınız. Normal, insancıl bir iletişim kurmak için sağlam insanlar gerekiyor ki pek kolay da bulamazsınız.

İnsanların hatalarını kabullenmemelerinin kronik bir hal aldığını gördüm. Her olaydan sizi sorumlu tutarlar. Asla geçmişe bakmazlar, nerede hata yaptık demezler. Onlar için sadece o an vardır ve o an onlar haklıdırlar. Sizin bağlarınızı koparmanız, terk etmeniz vs. gibi tepkileriniz onlar için saçmadır çünkü suçlu sizsinizdir.

Geçmişe dönmekten bahsetmişken, empati kurmak da önemlidir. İnsan ırkı bu vasfı da sanırım kolay kolay bulamayacak. Empati kitaptan değil hayattan kazanılır. Son moda da, Fawer'ı okuyup empati kurduğunu düşünenler. İnsanlar düşünmezler, düşünemezler, belki de düşünmek istemezler. Söyleyecekleri kelimelere, yaptıkları hareketlere dikkat etmezler. Bunların sizde yaratacağı olumsuzlukları görmezler. Sizi zor duruma düşürdüğünü ya da sizi üzdüğünü veyahut sizi uzaklaştırdığını fark edemezler. Çünkü onlar için "kendileri" vardır. Ve sorarlar, yanlış olan nedir? Tepkinin sebebi nedir.. Ama unutmayın, kendilerini soyutlayarak sorarlar bunu. Siz anlayışsız, duygusuz, tuhaf, anlamsız gelirsiniz. Ve sebep olarak bunları görürler. Bir adım ötesini yine düşünmezler.

İnsanlar, hayat ile izledikleri sanal hayatı karıştırır olmuşlar. Hem de gerçek hayatı "o" sanarak. Sevinçleri sanal, üzüntüleri sanal, aşkları sanal, mutlulukları, heyecanları sanal. Daha doğru ifade ile "basit". Önem verdikleri kriterler o kadar farklılaşmış ki. Ölüm olayı onlar için çocuk oyuncağı halini almış; edep konusu, tırnak içinde belirtmek gerekirse, "demode"; aşık olmaları anlık bir heves, sıkılınca vazgeçilen, yalnız kalınca torbadan kurayla çekilen; saygı ise çok gerilerde kalmış, neredeyse herkes düşman.

İnsanlar doyumsuzlaşmış. Her zaman daha da fazlasını arar olmuşlar. Her şeye sahip olmak isteyen, her şeyden daha da iyisini isteyen ve çok çabuk sıkılan yaratıklar olmuşlar. Bu kadar tüketici olduklarını düşünmemiştim. Kendimi hayata yeni merhaba demiş gibi hissediyorum. Neden böyle bu insanlar anlamaya çalışmaktayım hala. Belki karakterleri böyledir, belki görsel medyadan etkileniyorlardır kim bilir. Ama insan olma vasıflarını gün be gün kaybettikleri aşikar.

Nerede yetişti bunca insan.. Daha doğru soru: nasıl yetiştirildi bunca insan. Daha çok yazacağım şey vardı aslında ama başka zaman yazarım onları da, canım istemiyor şu an. Belki de doğru olan onlardır; tuhaf, salak, anlamsız olan benimdir. Umarım öyledir, aksi takdirde insan ırkının geri dönüşü olmayan bir yolda olduğunu görmek daha da üzer beni.

Akşam akşam gözleriniz yormamışsınızdır umarım, canım sıkkındı öylesine yazdım. :) Yarın belki algoritmalarla dönüş yaparız. :)

Hoşça kalın..