8 Nisan 2010 Perşembe

Mola!!..

En nihayetinde bloguma veda edeceğim gün gelip çattı. Uzun bir mola vermek durumundayım. Bu satırların yazarı arkadaşınız/dostunuz/düşmanınız/kardeşiniz/abiniz vatani görevini yerine getirmek için sizlerden izin istiyor. Küçükken herkesin doktor/öğretmen olmak istediği bir zaman diliminde, Genelkurmay Başkanı olmak isteyen birisi için bu anın ne kadar önemli olduğunu takdir edersiniz sanırım. :)

Tabi ki ülkeme ödeyeceğim borcun vermiş olduğu bu mutluluğun yanında, özlemler de kaçınılmaz olmakta. Beni bugünlere getiren sevgili anne ve babamı, arkadaşlarımı, dostlarımı, akrabalarımı geride bırakmanın verdiği burukluk da bu molanın dezavatajı. :) Ama zamanında gideceğimi düşünüyorum yine de. Tuzla'da sınav sırasında evli, iki çocuk babası, düzeni oturmuş 35 yaşında bir abiyle tanıştım. :) Yani onu görünce, doğru bir karar verdiğimi anladım. :) Hem zaten askerlik, insanın arkadaşlık ve dostluk ilişkilerini test etmesi için mükemmel bir yer. :) Bunu da aslında olumlu bir yan olarak görebiliriz.

Bu arada çavuş(kısa dönem-5/6 ay) mu yoksa asteğmen(uzun dönem-12 ay) mi olarak gideceğim veyahut nereye gideceğim henüz belli değil. Ama rüyamda Ankara'da Genelkurmay binasındaydım. :)

Bu süreçte askerliğini yapanlara tecrübelerini sordum. Aman aman aman :) Herkes birer Rambo imiş de haberimiz yokmuş. Veyahut ülkede, bayanlar da dahil olmak üzere, herkes askere gitmiş gelmiş de bir ben kalmışım. :) Tek kurşunda 12 kişiyi alan Karamuratlar mı dersiniz, hikaye yazarları mı dersiniz.. Ne arasan var. :)
+"Biz sabah güneş doğmadan kalkıyorduk, saatlerce ağır idman yapıp, dağda dolanırdık"
-Sonradan öğrendiğime göre, üstteki lafı eden arkadaş genelde nöbet tutan biriymiş. :)
Askerliğin zor olduğunu vurgulamak için de bu kadar sallanmaz ki arkadaşım, bir yavaş gelin. :) Ekşi'den shelbly'nin çok güldüğüm bir cümlesi var, duruma çok uygun: Böyle adamlar ya pozitif bilim ışığında psikologa ya da metafizik ışığında bir muskacıya götürülmeliler. :)

Benden bu kadar. Sadece birkaç aylığına olmayacağım. Geri döndüğümde hiç kopmamak üzere görüşmek dileğiyle, hoşçakalın..

DÜZENLENMİŞTİR!!..

Papillon (1973)

Esaretin Bedeli filmine alternatif olarak izlememi tavsiye etmişlerdi. Daha yeni fırsatını bulup, geçen gün izledim. Öncelikle bu filim 1973 yapımı. Esaretin Bedeli ise 1994. Yani kullanılan teknolojiler arasında muhtemelen uçurum var. Bunu dikkate alıp da yazmaya çalışacağım.

Papillon, Fransızcada Kelebek demek, hapishaneden kaçma/kurtulma çabasını ve bu süreçteki dostluk/sadakat gibi kavramları işlemiş hoş bir filim. Ancak mesela filmdeki hapishane şartları daha çetin tasarlanabilirdi. Yani zor koşullar gösterilmiş ama Esaretin Bedeli'ndeki sahneleri görünce, bayağı sönük kalıyor. :) Ama güzel değildi diyemem, sadece daha iyi olabilirdi o kısmı. :) Yoksa, bir bölümde hücre cezası var ki, muhteşem bir sahneydi. Bu kadar iyi anlatılabilirdi ancak.. Bir de Schindler'in Listesindeki Ben Kingsley (Itzhak Stern) ile bu filimdeki Dustin Hoffman (Louis Dega) karakterleri oldukça benzer özellikler taşıyor gibi geldi bana.

Son olarak belirtmekte fayda var, filmin sonu çok kötüydü. Yani, Papillon denize atlıyor özgürlüğü için ve gerisini hikaye olarak dinliyoruz. Hayal gücümüze bırakılmış her şey. Orayı daha trajik ve duygusal bir sahneyle doldursalar, bence süper olurdu.

O kadar laf ettim ama filim çok güzel, izlemelisiniz. :)

Dinlemek & Dinlenmek

Yazı yazabileceğim son günde, kısa bir iki şey yazıp da gideyim dedim. Sürekli iletişim halinde olduğumuzdan, aklıma gelen bu "dinleme" olayını yazmak istedim.

Dinlemeye geçmeden önce şöyle bir soru sorulabilir: dinlemeye değer birşey mi anlatılıyor? :) Bu çok ayrı bir bakıştır ama karşınızdakine değer ve önem vermediğinizin de direkt kanıtıdır. :) Çünkü değerli ve önemli görülürseniz, en saçma ve gereksiz anınız/konuşmanız bile ilgiyle dinlenir. :)

Kendimden örnekle başlayayım, karşımda beni dinleyen bir insan olunca, yazma şevkim de doğru orantılı olarak artıyor. Karşıya bakınca bir duvar görmemiş oluyorum çünkü. Ancak karşımda dinlemekten ziyade geçiştiren (veyahut dinlemeyen de denebilir buna) biri olduğunda konuşmayı da haliyle istemiyorum. Bu zaten dinleyenin gözünde değersiz olduğumu göstermiş olur.

Bunu şöyle de düşünebiliriz: bir çalışan işyerinde dinlendikçe gerçek değerini anlayacak, kendini bulacaktır. Veyahut çocuklar dinlendikçe, aile içinde önemli/değerli olduğunu anlayacak ve birey olma bilinci gelişecektir. Ailesi kendisini dinlemediğinde, çocuk kendini değersiz hissedecek ve kendisini dinleyen arkadaşlarına uyacak ve belki de kötü alışkanlıklar edinecektir..

Bu konu şimdilik yeterli, kısa kısa yazılar yazacağım biraz daha muhtemelen..

Özür

Ufak tefek isteklerine cevap verme fırsatım olmadığından sevgili Mesut'tan ve ismini hatırlayamadığım bölümümüzde çift dal yapan arkadaştan özür diliyorum. :(

Burayı okuyorsanız şayet; yemek davetleri, gidiş için alışveriş, insanlarla vedalaşma derken, başlayamadım bile. Kusuruma bakmayın. :(