31 Mart 2010 Çarşamba

Çandarlı Halil Paşa

Bugüne nostalji yaparak başladım ve NBA Live 98'i yıllar sonra tekrar makineme kurdum. :) Günü de tarihi bir olayla kapatmak istiyorum. Nasıl konu geçişi yaptım öyle..

Efendim, konumuz Çandarlı Halil Paşa Olayı. Çandarlı Halil sırasıyla 2.Murat ve 2.Mehmet(Fatih Sultan Mehmet)'e vezirlik yapmış önemli bir şahsiyettir. Ancak Edirne'de idam edilerek öldürülmüştür. Peki neden böyle olmuştur diye bir soru soruyorsanız şayet, ki sormanız gerekir, yazımızın ana konusunu da anlamış olmalısınız.

Sayın Erol Mütercimler'in anlattığına göre bu konuda 3 senaryo varmış:
1. Çandarlı Paşa'nın Bizans ile yakın ilişkileri(rüşvet vs)
2. Fatih Sultan Mehmet'in çocuk yaşta tahta çıkmasını engellemesi ve Fatih'in bunu asla affetmemesi
3. Osmanoğulları ile Çandarlı Ailesi arasındaki rekabet

Çandarlılar babadan oğula uzun süredir vezirlik görevini başarıyla sürdüren bir ailedir. Yaptığı hizmetleri göz önüne aldığımızda birinci maddenin pek de mantıklı olmadığını söyleyebilirim. Eğer Bizansçı biri olsa, bunu çok daha önceden belli ederdi diye düşünüyorum.

Gelelim ikinci maddeye. Bu madde geçerli olabilir zira hatırlarsanız bize tarih derslerinde 2.Mehmet'in babasına mektup yazdığı, "Sevgili Babacığım, geri dön" dediği anlatılmıştı. :) Ancak pek de öyle olmamıştı. :) Çok genç yaşta tahta oturan 2.Mehmet(Fatih ünvanını almamıştı henüz), Varna Savaşında tüm gençlik hırsıyla saldırıyordu ama durumun vahametini gören Çandarlı Halil Paşa, 2.Murat'ı çağırıp ikna ediyor ve 2.Mehmet tahtı babasına geri vermek durumunda kalıyordu. Kendinimi bir an Fatih'in yerine koydum da... Öfkesinden duramaz insan herhalde. :) Fatih de muhtemelen bunu unutmamış olacak ki, böyle bir olayı tasarlamıştı. Ancak öyle hemen bir çırpıda olmuyor bu iş. Olamaz da zaten. Dikkat ettiyseniz, padişahı değiştirebilecek güçteki bir vezirden bahsediyoruz. Bu nüfuzunu ve gücünü gösteriyor. Haliyle Fatih de buna cesaret edemiyor hemen.

Gel zaman git zaman, Fatih İstanbul'un fethini kaçınılmaz olarak görüyor. Ancak Çandarlı Paşa bu durumdan hoşnut değil! Böyle bir girişimden rahatsız olduğunu belli ediyor. Diyeceksiniz ki şimdi, bu durum Bizans ile ilişki içinde olduğunu gösterir mi.. Sanmıyorum çünkü bu konu hakkında Halil İnalcık Hocanın görüşleri devreye giriyor. Sayın İnalcık şöyle der: "Çandarlı son ana kadar İstanbul'un fethine muhalif kalacaktır. Girişim başarılı olursa otoritesinin kaybı, başarılı olamazsa devletin tehlikeye düşmesi kaçınılmaz görünüyordu. Şehir fethedilse bile Haçlı Seferleri ile yerle bir edileceğine inanıyordu". Hocamızın bu sözlerinden çıkardığım şu: Çandarlı Paşa kendi gücünün korunmasını devletin çıkarının üzerinde görmüştür ve büyük düşünmemektedir. Tabi bunlar hocamızın laflarının üzerine yaptığım çıkarsamalar, kesin böyledir demiyorum, diyemem de.

2.Mehmet, Çandarlı'nın bu tutumuna rağmen, ona ihtiyacı olduğundan ses etmemiştir. Fetih için çalışmalar ve hücumlar başlamıştır. Savaş toplantılarında dahi Çandarlı Paşa sürekli geri çekilmeyi önermiştir. Haçlı Seferlerinin peşpeşe geleceğini söylemiştir. Tam da bu noktada araya Rum asıllı Zağanos Paşa girmiştir. Bizleri bugünlerde ayrıştırmaya çalışanlara inat, Rum asıllı Paşamız padişaha destek vermiştir. Haçlıların ve onları oluşturan devletlerin sürekli rekabet halinde olduklarını ve bir Haçlı Seferi yapsalar bile bunun sağlıklı olmayacağını belirtmiştir, ki nitekim haklı çıktığını tarihin sayfalarında gezerek bulabilirsiniz.

En nihayetinde İstanbul düşer, Fatih ünvanını alan 2.Mehmet, kısa bir süre sonra Çandarlı Paşa'yı idam ettirir. Gördüğünüz üzere ikinci madde son derece kabul edilebilir nedenlere dayanmakta.

Gelelim üçüncü maddeye.. Az önce Zağanos Paşa ile Çandarlı'nın nasıl karşı karşıya geldiğini yazdım. Üçüncü madde için önemli bir dayanaktır bu. Osmanlılarda I.Murat döneminde, ne trajikomiktir ki Çandarlılardan Hayreddin Paşa'nın uğraşlarıyla, kurulmuş bir ocak vardır: Kapıkulu. Bu ocak, Türk olmayanlardan, devşirme çocuklarla kurulan bir oluşumdu. Adı üstünde, padişahları için "kul" oluyorlardı. Günaha sokacağım kendimi ama bunu ben demiyorum, tarih diyor. :) İşte bu Kapıkulu Ocağı çok geniş bir yelpazedir ve Zağanos Paşa da bu ocağın bir ürünüdür. Dedesinin yardımıyla kurulan bu ocağın ürünleri, Çandarlı Halil'in de ölüm fermanı oluyordu. Çünkü Çandarlılar ile Kapıkulu Ocakları sürekli sürtüşme içindeydiler. Çandarlı Halil'in asılmasıyla da, Kapıkulu Ocaklarının, dolayısıyla da Osmanoğullarının mutlak ve kat'i egemenliği başlamıştır. Üçüncü senaryo da çok gerçekçi duruyor ki, tarihi olayları da düşünürsek, en mantıklısı da bu.

Konu hakkında yazabilmemi sağlayan Sayın Erol Mütercimler'e de değerli eserleri için teşekkür etmeyi bir borç bilirim.

İyi akşamlar herkese.

Inglourious Basterds

Merhaba herkese,

Başlıkta gördüğünüz filmi dün izleyebildim sonunda. Olumlu eleştiriler duydum hakkında, ayrıca imdb'de de 8.4 puan almış. Haliyle beklentilerim de büyüktü kendisinden...

Tarihsel bir konuyu işlemişlerdi ancak benim gibi tarihten hoşlanan birisi için kötü bir film. Çünkü tarihi gerçeklerden uzak bir konusu vardı. O açıdan filmi, tarihi değil de fantastik olarak nitelendirmek daha doğru olacaktır. Açıkçası Tarantino bu mudur, gibi bir soru da oluşmadı değil aklımda. :D

Yalnız filmin sonu şaşırtıcıydı. Almanların meşhur Schutzstaffel timinden bir subayın hain çıkması, filmin sonunu ilginç bir hale getirdi. İzlemeyenler için filmi katlettim böylelikle. :) Neyse, ben devam edeyim. :) SS'ci subayların kolay kolay Hitler'e ihanet edebilecek cesaretleri var mıydı o dönem bilmiyorum. Gerçi Hitler'in son dönemlerinde Himmler'in bile ona sırt çevirdiği söylenir ama Alman Tarihini çok araştırmadığımdan kesin konuşamıyorum.

Uzun lafın kısası, IMDB puanı sizi aldatmasın, hiç de öyle 8.4'lük bir filim değil.

30 Mart 2010 Salı

Karakter Aşınması

Yukarıdaki başlık Richard Sennett'in kitabının adı. Uzun bir süre önce tavsiye üzerine okumuştum. Nereden çıktı diyeceksiniz.. Dün arkadaşımla konuşurken, daha doğrusu arkadaşımın arkadaşlarının hareketli(!) yaşamlarını dinlerken, bu kitabı hatırladım birden. Özcan Yeniçeri de son kitabının önsözünde böyle bir vurgu yapmış, hatta Sennett'e de değinmişti.

Karakter çok geniş bir kavram. Ben daha ziyade, dün dinlediğim olaylar çerçevesinde bu kısa vadeli/hızlı/geçici olaylara değinmek istiyorum, ki en basit örneği günümüzün aşık olma kavramıdır mesela. Salt aşktan bahsetmeyeceğim, daha genel olacak yazım.

Bahsedilen bu geçici, hızlı yaşamların aslında güven ve sadakat duygularını nasıl yerle bir ettiğini tahmin etmek hiç de zor değil. Uzun vadeli olamamaktan mütevellit; aidiyet duygusu, ortak değerler ve hayatın anlamı kavramları eksik kalır. "Kullan at" şeklinde bir kültür hayatımıza girdi ve haliyle bu kültüre(!) uygun insan ilişkileri boy gösterdi. Hatta bir ifadeyi direkt alıntı yapayım:"Daha elverişlisi bulunduğunda, daha önce kurulmuş bağların bir anda koparılmasında bir sakınca görülmez. 'Tamir ve düzeltme' yerini; 'yenisiyle değiştir'meye bırakır". İnsanı insan yapan tüm değerleri eleyip, belli bir süreye tabi sınırlı bir ilişki ortamına çekiyorsunuz. Adına her ne derseniz deyin ama burada bir "karaktersizlik" de söz konusudur. Bu sayede hayatınızda vazgeçilmez olabilecek hiçbir şeyiniz kalmaz. Seyyah olursunuz.

Yüzünün bir yönü ile ilişki kuran bireyler, parçalanmış ilişkilerden bütünsel ve kalıcı sonuçlar çıkaramazlar, denmekte. Tüm bu geçici değerlerin sonuçları, takdir edersiniz ki, kalıcı pişmanlıklar olacaktır.

Daha derinlere inecektim ama vazgeçtim. Burada kesiyorum. Allah herkese akıl fikir versin diyorum sadece.

(Bu arada Sennett'e ve Sayın Yeniçeri'ye çok çok teşekkürler)

28 Mart 2010 Pazar

29. Sone

Çıkmadan önce Shakespeare'in 29. Sonesini paylaşmak istedim. Ben çok beğendim, umarım sizler de beğenirsiniz:

Bakışlarda küçümseyiş okuyorum
Yalnızım, bedbahtım, tesellisizim.
Gökler sağır, sesim boğuk
Ve lanet okuyorum talihime
Kıskançlıktan kuduruyorum
Kiminin ikbalini
Aczimden utanıyorum.
Hazlarım iğrendiriyor beni.
O zaman sen geliyorsun aklıma,
Ve birden bire kanatlanıyorum, bir tarla kuşu gibi, mest
İçim aydınlıkla doluyor, yükseliyorum yükseliyorum
Neşideler söylüyorum hayata,
Göklerin eşiğinden
Bana ne toprağın çirkinliğinden
İnsanların zilletinden bana ne?
Hatıran öyle sonsuz bir hazine
Ve sevgin öyle büyük mutluluk ki dostum!
En mağrur hakanların tacını
Hor görüyorum...

Şekspir Amcanın neden bu kadar tutulduğunu gösteren sıradan bir örnek aslında. Satır satır muhteşem ama kapanış yine harikulade:
Ve sevgin öyle büyük mutluluk ki dostum.. En mağrur hakanların tacını hor görüyorum..

Üzerine laf söylemeden iyi akşamlar dileyeyim.

Collision - Çarpışma?

Hash'ten girince Collision'ı unutmak yakışı kalmaz. Peki nedir bu collision? Gelin şimdi biraz daha geriden alıp, collision'ın tanımını yapalım.

Hash dediğimiz olayı anlatayım önce. Bir key değeriniz var. Yani anahtarınız. O anahtar değerini alıyorsunuz ve bir önceki başlıkta yazdığım Hash Fonksiyonlarına tabi tutuyorsunuz. Ve sonucunda bir değer elde ediyorsunuz ki, bu da sizin adresiniz oluyor. Yani bir değeri hangi adreste saklayacağınızı elde etmiş oluyorsunuz.

Collision, yani çarpışma da farklı key değerlerinden aynı adresi elde etmeniz demektir. Yani iki anahtar çarpışmış oluyor çünkü aynı adrese sahipler! Peki durup duruken iki anahtar aynı adres değerini üretir mi? Elbette hayır. Çarpışma olması için "packing factor"un olması gerekir. Yani kayıt alanının doluluğu. Kayıt ettiğiniz alan dolarsa, haliyle adres de azalır. Bu durumda çarpışma riski de artar. Demek ki bu "packing factor" denilen illete dikkat etmeliyiz. Şöyle tanımlanır:
packing factor= depolanan kayıt sayısı/toplam depolama yerinin boyutu
Bu oran %75'i aşarsa risk de oldukça yüksektir.

Depolama alanı arttıkça collision oranı azalıyor demek ki. Ancak siz depolama alanını arttırısanız, indeks sayısı da artacaktır. Kaldı ki ne zaman kadar arttıracaksınız bu alanı? Sonsuz yer diye birşey olamaz. İlla ki bir sınırı var depolama alanının da. Demek ki farklı yollar aramalıyız. Örneğin, depolama alanını dinamik olarak peyderpey büyütebiliriz. Eş zamanlı olarak hash fonksiyonlarını da peyderpey değiştirebiliriz. Hatta yeri gelir, kayıt silmeyi bile göz önünde bulundurabilirsiniz. Ancak en iyi çözüme ulaşmak için bunlar yetersiz kalacaktır.

Collision Resolution Algorithms (Çarpışmalara Çözüm Algoritmaları) ile bu sorun halledilir. Üç çeşittir:
1. With Links (Bağlar ile)
2. Without Links (Bağ Olmadan)
3. With PseudoLinks (Yalancı Bağlarla)

Bunların detayları çok uzun, bölüm bölüm anlatacağım.

Hash Fonksiyonları

Merhaba tekrar,

Bu saatlerde normalde blogda yazmazdım ancak sanırım boşluğa düştüm bir anda ve boşluğu düşünmemenin en iyi yolu sevdiğin konular hakkında yazmak olsa gerek.

Ben de Hash Fonksiyonlarını anlatacağım. 8 tür Hash fonksiyonunu ele alacağım. İstediğiniz gibi gruplandırın siz bunu ama ben üniversitede Alan Tharp'ın kitabından öğrendim, dolayısıyla temelim ordan geliyor.

1. hash(key)=key mod N
Bu ilk hash fonksiyonudur. N dediğim şey, tablo boyutudur veyahut mod operatörü diyelim de lügatına uygun olsun. Yani bildiğiniz mod alma işlemini uyguluyorsunuz.

2. hash(key)=key mod P
Aslında bunu ilk maddede de belirtebilirdik. Buradaki P'yi de şöyle açıklayayım: tablonun boyutundan(N) büyük veya eşit en küçük asal sayı. Yine mod alma işlemi yaptığınız zaten aşikar.

3. Truncate etmek.
Bir sayı dizisi düşünün. 123456789 mesela. Siz mesela 4'ten öncesini truncate edersiniz: 456789 arasından istediğiniz haneleri alarak adres üretebilirsiniz.

4. Folding
İki türdür bu yöntem.
a-Folding by boundary: 1 2 3 4 5 6 7 8 9
sayı dizisini düşünün. 9 hane var, 3'erli gruplara ayıralım bunu.
1 2 3 | 4 5 6 | 7 8 9
Araya çizdiğim çizgilerden, kağıdı katlar gibi bir hareket çekeceğiz şimdi. :) Düz bir kağıda yazıldığını düşünün üstteki sayı dizisinin. Aradaki çizgilerden, bu kağıdı katladığınızı hayal edin şimdi.
3 2 1
4 5 6
9 8 7
şekline gelir. Bu alt alta yazdığım üçerli sayı dizilerini toplayın. Eğer 4 haneli bir sayı dizisi oluşursa, soldaki taşan haneyi atın.

b-Folding by shifting: 1 2 3 4 5 6 7 8 9
sayı dizisini düşünün. 9 hane var, 3'erli gruplara ayıralım bunu.
1 2 3 | 4 5 6 | 7 8 9
Araya çizdiğim çizgilerle ayırdığımız bu sayı dizisine herhangi bir hareket çekmeyeceğiz bu sefer. :) Direkt bu sayı dizilerini alt alta yazıp topluyoruz yine.
1 2 3
4 5 6
7 8 9
şeklinde topluyoruz yani. Toplama işleminin sonucunda ortaya çıkan sayının en soldaki hanesi(oluşursa, örneğimizde tabi ki oluşacak) atılır.

5. Squaring
Bu yöntemde de önce değerin karesini alıyorsunuz ve taşma olursa(bir sütteki gibi taşan hane varsa), taşan haneyi atıyorsunuz.

6. Radix Conversion
Bu yöntemde de sayılık sisteminizi değiştiriyorsunuz. Atıyorum, 10luk sistemde bir değeriniz var diyelim ki. Siz bunu 16lık sisteme(hex) çeviriyorsunuz.

7. Polynomial Hashing
Bilgisayar Ağları dersi aldıysanız, bu yöntemi CRC başlığında işlemişsinizdir zaten.
Bir tane sabit polinom tanımlarsınız, örneğin: x3+x
Bir tane de polinom key tanımlayın, örneğin: x6+2x5+....+6x1+7x0
Bu son yazdığım polinomu, sabit polinomunuza bölün. Kalan sonuç adresi verecektir.

8. Alphabetic Keys
Sevmediğim bir yöntemdir bu. Elinizdeki key'i alfanümerik hale getiriyorsunuz. Normalde key değerlerimiz hep sayısal idi dikkat ettiyseniz. Daha sonra da, alfanümerik hale getirdiğiniz key'i truncate ediyorsunuz. Elinizde de adres kalmış oluyor. Yalnız Türkçe'yi katlettim orijinal terimleri kullanacağım diye. Kendimden utanıyorum ama Türkçe'deki bilimsel anlamlarını henüz bilmiyorum bazılarının.

Fonksiyonlar bu kadar. Zaman geçmek bilmiyor, ben yazmaya devam edeceğim sanırım. Birazdan görüşürüz.

Beşiktaş vs Erdemir

Bu güzel, güneşli İstanbul sabahında yapılabilecek en iyi şeyi yaptım ve Akatlar'a gittim. Beşiktaşımızın basketbol maçını izlemek için tabi ki.. Salon yine boş denilebilecek seviyedeydi. Daha azlarını gördüğümden, gözüme bir an dolu bile göründü, ne yalan söyleyeyim.

Maçın teknik detaylarını buraya yığarak sizi çok boğmayacağım. Onu zaten yabancı forumlarda Beşiktaş reklamı yaparak, iyi kötü yapıyorum. :) Kabaca bakarsak: Chatman'daki doping olayı, Perry ve Engin'in sakatlıkları, Baxter'ın kadro dışı kalması... Haliyle bizim gibi kadro derinliği olmayan bir takım buna dayanamadı. Çok kötü oynadık ve yenildik: 66-69.

Erdemir, pota altında bayağı üstünlük kurdu diyebilirim. Dış atışlarda da kritik toplarda isabet sağladılar. Bizim tarafta ise Adem Ören ekstra katkılar verdi bugün yine. Oyuncularımız pek de gününde değildi. Muratcan'a ise acıdım. Oyun kurma görevini ona vermişler ama garibim ne anlar oyun kurmaktan. :) Hakemlerden en çok dikkatimi, bayan hakemin verdiği tuhaf kararlar çekti. Maçın büyük bölümünde Erdemir lehine ilginç düdükler aldı. Ancak bir pozisyonda Fedor'un hücum faülünü atladı. Üstüne üstlük bir de Erdemir aleyhine faul çaldı. :)

Şu an sesim hala kayıplarda. :) Maçta yuhlamaktan ve hakemlere bağırmaktan bayağı kendimi kaybetmiş olacağım ki, hafiften de ağrıyor. :S Son bir not, Erdemir'in deplasmana gelebilecek kadar taraftarı var mı yahu? :) Hiç bilmiyordum. :)

Bir iki kare paylaşayım hazır yazmışken. Ceyhun'un makinasıyla da bayağı çektik, belki sonradan onları da eklerim.



27 Mart 2010 Cumartesi

Blog Ödülleri Yarışmasına Katıldım

Sevgili blog sakinlerim,

An itibarıyla Blog Ödülleri 2010 yarışmasına katılmış bulunmaktayım. Kişisel Blog kategorisinden başvurumu yaptım. Peki iddialı mıyım derseniz, açıkçası kriterlerini şu an çok detaylı incelemedim. Ancak Türkçe kullanımı, konu anlatımı gibi etkenler varsa bayağı iddialıyım. :) Mütevaziliğin dibe vurduğu bir ana tanıklık etmektesiniz. :) Şimdilik 520 blog kayıt olmuş. Eğer eş-dost muhabbeti dönerse oylamada, işimiz yaş demektir. :D Benim arkadaşlarım neden üşengeç yahu bu kadar.. :)

Önce teknolojiden girmeyi düşündüm ama blogum salt teknolojiden oluşmuyor. Yazdığım diğer yazılara haksızlık etmek istemedim açıkçası. :)

Neyse efendim, son olarak belirteyim, olur da aday gösterilirsem oylamaya, 10 Nisan - 30 Nisan arası oylayabilirsiniz. Reklamımı da yaptım, bana artık müsaade. :)

Görüşmek üzere..

Sultan Osman ve Reşadiye Gemileri

Selam herkese,

Tarih hakkında birşeyler yazmayalı uzun zaman olmuş. Bu akşam da tarihten gidelim.

Konumuz, tarih kitaplarımızda pek de bahsedilmeyen İngilizlerden yenilen büyük bir kazık: Sultan Osman ve Reşadiye Gemilerinin gasp edilmesi! Başlamadan önce yıllar önce bu konuyu kitabında işleyen Erol Mütercimler'e teşekkür etmek istiyorum.

1. Dünya Savaşı'nın patlak vermesinden kısa bir süre öncesiydi. Ruslar'ın klasik Boğazları ele geçirme ve Akdeniz'in kontrolünü sağlama hedefi; Yunanlıların Akdeniz'e ve dolayısıyla coğrafi olarak Osmanlı ekonomisine hakim olma gayretleri had safhadaydı.

İngiltere ve Almanya silahlanma yarışına girmişlerdi. Fransa onlara eşlik ediyor, Yunanistan ise (ki el birliğiyle oluşturulmuş bir devlettir) donanmasını güçlendirmeye başlamış idi. Ara not olarak geçelim, o dönemde Yunanistan ile Osmanlının arası sürekli bozuk tutularak, tıpkı şimdiki Ortadoğu gibi, savaş sanayisi canlı tutulmuştur. Takdir edersiniz ki bu işten başta İngiltere ve Almanya olmak üzere, birçok devlet karlı çıkmıştır. Peki Osmanlı ne durumdaydı? Osmanlı'da işler kötüydü çünkü modern bir donanması yoktu. Osmanlı da bu gelişmeleri baz alarak, İngiltere'ye iki adet dretnot siparişi verildi (orijinali:dreadnought. Zırhlı bir gemi oluyor kendileri). Tabi malumunuz Osmanlı'nın çöküş dönemleriydi o yıllar. Para falan hak getire.. Bunun için Donanma-i Hümayun Muaveneti Milliye adında bir cemiyet kuruluyor. Bu cemiyet halktan para toplayarak güçlü bir donanma oluşturmaya çalışıyor.

Gel zaman git zaman, paralar toplanıyor ve İngilizlere dretnot siparişi veriliyor. Dretnota "Reşadiye" adı veriliyor. Geminin yapımının ilerlediği günlerde, eş zamanlı olarak, Rio de Janeiro adında bir dretnot daha yapılıyordu. Adından da tahmin edeceğiniz üzere, bu gemi Brezilya için. Brezilya ve Arjantin de o dönemler savaş halinde. Ancak bu iki devlet sorunlarını hallediyor ve Brezilya gemiyi almaktan vazgeçiyor. Osmanlı bu gemiye de talip oluyor ve alıyordu. Gemiye "Sultan Osman" adı verilmişti.

Her iki dretnotun tüm parası ödenmiş ve gemiler hazır hale getirilmişti. Ancak.. İngilizler gemilere el koydu! Bahaneleri de, kritik dönemlerde yasalarına göre buna haklarının olması idi! Gerek Almanya ile silahlanma yarışı içine girmeleri, gerek Osmanlı-Almanya yakınlaşması(İttifak Devletleri oluşumu), gerekse de Boğazların güvenliğinin üst düzeye çıkacağı korkusu buna sebep olarak gösterilebilir. Ancak hiçbir şey bu gasp olayını haklı çıkaramaz. Resmen bir hırsızlık yapılmıştır.

Daha sonra Lozan'da Türkiye Cumhuriyeti bu haklarından feragat etmiştir. Burayı okuyan sevgili sazanlar, neden böyle yapmış, bak işte İsmet Paşa şöyledir böyledir demesinler boşuna.. Hiçbir anlaşma karşılıklı olarak ödünler verilmeden yapılamaz. Lozan'da düşmanlarımızın verdiklerinin karşısında, bu tarz şeylerin esamesi bile okunmaz. Tarihi bir olgu değerlendirilirken, popüler söylemlerde bulunulmaz diyeyim de, üzerine alınması gerekenler alınır zaten.

İyi akşamlar herkese.

26 Mart 2010 Cuma

#32

Aşağıdaki resme dikkatli bakın lütfen. Kerem Tunçeri'yi zaten sormuyorum, savunduğu arkadaşı soruyorum... Niye böyle gizemli bir hava yaratıyorsam, zeka seviyesi vasatın çok altında olan biri bile başlığa bakıp söyler, öyle değil mi..



Yasaklı madde kullandığı için ceza alan Kartal parçası: Mire Chatman.

Resim için EfeslilerBlog'a çok teşekkürler. Bayağı önceden aldım bu resmi ama fırsatım olmamıştı.

Resimde oynanan maç da 10.11.2004 tarihli Ülker-Pau Orthez EuroLeague maçı. Kötü gününde olmasına rağmen, tek başına yaptığı 10 asistle yerle bir etmiş Ülker'i. :)Ülkerin takım halinde yaptığı asist sayısı da 10. Herhalde ne demek istediğimi anlamışsınızdır.Detaylar için: Tık Tık Tık

Cezasını çeker çekmez, ikinci bir cezanın da kulüp tarafından verilmemesini temenni eder ve onu senelerce Akatlarda izlemek istediğimi belirtmek isterim.

25 Mart 2010 Perşembe

Laf Ola Beri Gele

Bu aralar o kadar çok yoğunum ki, bloga kayıt girmek orda kalsın, açıp bakamıyorum bile. Yemek davetleriyle meşgulüm bu aralar. :)

Geçen gün Cumhuriyet Gazetesinde okuduğum güzel bir paragrafı paylaşmak istedim. Birçok şeye ışık tutuyor. Anlayan anlar ne demek istediğimi.

Martin Niemöller diyor ki:

Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım, çünkü komünist değildim. Sendikacıları götürdüklerinde sesimi çıkarmadım, çünkü ben sendikacı da değildim. Sosyalistleri içeri aldıklarında sesimi çıkarmadım, çünkü ben sosyalist değildim. Yahudileri götürdüklerinde sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi de değildim. Beni götürmeye geldiklerinde ise artık ses çıkaracak kimse kalmamıştı.

15 Mart 2010 Pazartesi

Bir Teşekkür Yazısıdır

Hep yapmak istediğim birşeydi bu. Bir teşekkür, bir de tepki yazısı. Teşekkürü şimdi yazacağım. Tepkiyi ise kelimelerimin daha yumuşak olmasını istediğimden, birkaç ay erteliyorum.

En nihayetinde bitirebildiğim üniversitem ve bölümüm hakkında olacak bu arada. Ama uyarıyorum, sadece iyi şeyler olacak. İşin aslını ancak kötülerini yazdığımda anlayacaksınız.

İlk ve en büyük teşekkürü, hiç tanımadığım ama bana çokça yardımı dokunan, Fakülte Sekreterinin sekreterliğini yapan (tuhaf bir tanım ama öyle) bayana ediyorum. Sayesinde 2 günde çıkış belgemi alabildim. Eğer o belge yetişmemiş olsa, şu an daha farklı bir konumdaydım. Hem kendi uğraşları hem de arkadaşlarının yardımlarıyla tüm işlerimi kısacık zaman diliminde hallettim.

İkinci teşekkürü ise Öğrenci İşlerindeki tek güvencemiz Adem Abi'ye ediyorum. Sayesinde çok işimi halletmişliğim vardır. Menfaat ilişkisi olarak düşünmeyin. Tamamen insani bir ilişki olduğundan bunu yazıyorum. Öğrenci İşlerindeki diğer çalışanları tanıyanlar varsa (hele 1-2 tanesi var ki) ne demek istediğimi anlayacaklardır. Yardımlarını ve hoşgörüsünü inkar edemem kendisinin..

Bir diğer teşekkürü her zaman sevgi ve saygıyla baktığım, direkt olarak tanışmasak da iyi tanıdığımı düşündüğüm, Yardımcı Doçent Doktor Tolga Ensari ve Araştırma Görevlisi Pelin Aras Görgel'e ediyorum. Bölümün bence en insani taraflarını oluşturuyorlar. Hiç değişmemelerini temenni ederim.

Tabi ki üniversitedeki dostları unutmamalıyım. Sadece işi düştüğünde değil, tüm iyi-kötü anlarımızda hatırlayan, üniversite yılları boyunca her türlü desteklerini bizlerden esirgemeyen gerçek dostlarıma da teşekkür etmek istiyorum.

Az kalsın unutuyordum. Sayın Rauf Gardaşov hocama da sonsuz teşekkürler. Matematiğe hep ilgim vardı ama bir insan bu kadar mı güzel ders anlatır. 4-5 saat aralıksız derslerini zevkle dinledim. Maalesef bu 1 sene sürdü ama tadı damağımda kaldı diyebilirim. Dadaşbala anısını da unutulmayacaklarım arasına aldım bile. :) Maalesef kendisinin önüne taş kondu gibime geldi. 2 sene önce üniversiteden ayrıldığını öğrendim.

Cemal Abi'yi de unutmamak lazım. :) Önce bölüm kapısı, sonra Ek Bina kapısı derken şimdi tüm mühendislik. :) Üniversitede eksik olan insanlığı bulabileceğiniz, çok temiz bir amcadır. Ona da kocaman teşekkürler.

Aklıma gelenler bunlar. Daha sonra hatırladığım olursa veya hatırlatmak istediğiniz olursa, düzeltme yapabilirim. :)
Diğer yazı mı? En erken 7 ay sonra.

Görüşürüz.

6 Mart 2010 Cumartesi

Martaval

İyi geceler herkese.

Blogu, elimde olmayan sebeplerden, geçici olarak askıya almaya az kalmışken, biraz yazmaya doyayım değil mi..

Öncelikle anketimiz bitti ve gelen oylara göre Daniel Guiza daha büyük bir yetenek olduğunu ispatladı. Kendisini kutluyoruz.

Diğer mevzuya geçelim hemen. Hayko Cepkin'in yeni albümünü kanaate varack kadar dinledim. Açıkçası çok sert bir albüm beklediğimden, biraz hayal kırıklığına uğramadım değil. Albüm arabesk-ilahi tadında olmuş. Kötü mü olmuş derseniz, asla böyle birşey diyemem. Adam onları da müthiş söylüyor. Olay, benim beklentimin değişik olması. Mesela Sandığım Hazır parçasında, 2:25'inci dakikada bir giriş var ki, muhteşem ötesi. Bir an rahmetli Kani Karaca sandım. :) Ama yine de, niye yapmadın be kardeşim sertçe birşeyler? :)

Gündem yoğun, hemen başka yere zıplayalım. Kitap hakkında yazmıyordum uzun süredir. Önereceğim kitap:Orhan Yorgancı'dan Mustafa Kemal Atatürk. http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=465791&sa=54819602 bağlantısını inceleyebilirsiniz. Erol Mütercimler de onayı vermiş zaten kitaba. Kaçırmamak gerek.

Sonisphere festivalinin kombine biletleri satışa çıkmış. Bu festivali kaçıran çok üzülür, benden söylemesi. Rammstein-Metallica-Hayko bir arada. Tam liste için: buraya tıklayın. Son bir not, henüz günlük biletler satışa sunulmadı.

Yarın görüşürüz.