23 Ocak 2011 Pazar

In The Name of Father (1993)

İyi akşamlar herkese,

Geçen hafta izlediğim bu filim hakkında yazmamak, filmin kalitesine saygısızlık olur diye düşünüyorum. 1993 yapımı bu filim, IRA-İngiltere ekseninde yaşananları anlatıyor gibi görünse de içerikte bir hayli mesaj vermekte... 1970'lerde Gerry Conlon Dublin'de ailesi ile yaşayan İrlandalı bir genç. Yaptığı hırsızlıklardan ötürü IRA kendisini tehdit etmektedir. En sonunda babası kendisini teyzesinin yanına Londra'ya gönderir. Tabi oraya gittiğinde de teyzesinden ziyade hippi gruplarla vakit geçirir ve her türlü pisliğe bulaşır. Tam da o sırada, terörle mücadele kapsamında güvenlik güçlerine sınırsız yetkiler veren yasalar kabul ediliyor. Çünkü üst üste olaylar yaşanıyor ve en son Guilford Pub adında bir kulüp havaya uçurulur. Bu barın en büyük özelliği askerlerin orayı kullanmasıdır. Hippilerden biri Gerry'nin İrlandalılığından ve IRA ile ilgili konuşmalarından polise bahsediyor. Akabinde Gerry ve arkadaşları ile başlayan tutuklama dalgası, Gerry'nin Dublin'deki ailesi ile devam ediyor. İşkence/baskı altında önceden hazırlanmış ifadeler imzalatılıyor ve tümü ağır suçlardan hapse mahkum ediliyor. Daha çok detayı var ama sonunda suçsuzlukları tespit ediliyor ve serbest kalıyorlar. Ancak tam 15 yıl sonra... Hem de hapishanede yaşanan ölümlerle...

Filmin içeriği oldukça iyiydi. İçerik bir kenara, yetkiyi fazlasıyla verdiğinizde insanların neler yaptığını çok net bir biçimde anlatmış. Kurumların karizmalarını kurtarmak veyahut kamu vicdanını tatmin etmek için insanların nasıl da kurban edilebileceğini gördük. Filim ayrıca gerçek hikaye üzerine kurgulanmış. Tarihin tozlu sayfaları arasına girip "Guildford Four and Maguire Seven"ı araştırırsanız, ilgili hikayeyi okuyabilirsiniz..
Kalitesiyle tezat oluşturacak şekilde hiçbir ödüle layık görülmemesi de ayrı bir komedi.. Az kalsın unutuyordum. Gerry'nin babası hapishanede öldüğünde, tüm mahkumların gazete parçalarını tutuşturup, pencereden bırakmaları sonrası oluşan görüntü gerçekten harikaydı. Hapishanenin gözyaşları olarak düşünüldüğü kanısaydım çünkü akla ilk gelen imgeleme bu. Kısacası herşey var bu filimde. Bu zamana kadar izlemediğime pişman oldum; şiddetle tavsiye ediyorum.

Not: Daha önceki filim yazılarıma binaen gelen postalarda, neden filİm yazdığımı sormuşlar. Arkadaşlar TDK'ya bakabilirsiniz... "Film" diye de kullanılıyor ancak filİm kelimesi için fazladan Oktay Sinanoğlu'ndan da referans aldım. Destek sağlam yerden yani. :) İki türlü de kullanılabiliniyor.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Golden Globe Goes to...

Selam herkese,

Az önce haberim oldu. Golden Globe:Best Performance by an Actor In A Television Series - Comedy Or Musical ödülünü bu sene Dr. Sheldon Cooper, ya da bilinmedik adıyla Jim Parsons, kazanmış. Adayları öğrenince başarısını daha da iyi anlayacaksınız:
30 Rock'tan Alec Baldwin, The Office (US)'ten Steve Carell,Hung'dan Thomas Jane ve Glee'den Matthew Morrison ile bu yarışa girmiş. Kazanamadıklarında yüzlerindeki o ifade de çok komikti. Ancak Sheldon'ın heyecanlı konuşmasına burun kıvırma tripleri ise iğrençti. Kedi-ciğer muhabbeti işte. :)

Dizinin bir bölümünde ödül alırken yaşadıklarını, alkolle bunu atlatmaya çalışmasını ve daha da komik hallere düştüğünü hatırlarsınız. Meğer adamda cidden böyle bir fobi varmış. :)

Ünlü fizikçi(!)ye bu başarısından ötürü tebrikler. Big Bang krizim tuttu, bana müsaade. :)

16 Ocak 2011 Pazar

Modigliani(2004)

2004 yapımı bu filim için aslında yazacak çok fazla şey yok. Mick Davis acaba gerçeklere ne kadar bağlı kalmış, onu bu ustaların hayatlarını araştıranlara sormak lazım ancak Amedeo Modigliani çerçevesinden olaylara bakılmış. Ve Picasso ile de bayağı oynanmış gibi... En azından benim hayal ettiğim Picasso karakteri bu olmamalı. :) Ancak en süper sahnelerden birisi(sanatseverler için bu sahne önemsiz olabilir ama benim algılarım çok farklı:D) de Picasso'nun yemek karşılığında garsona peçeteye çizdiği resmi vermesidir. Ardından garson geri gelip, altına imza atmasını söyler. Picasso da efsane sözünü sarf eder:"Sadece yemeği alıyorum, lokantayı değil". :) Zaten Picasso'nun cimriliğini duymuştum. :) Modigliani'yi merak eden varsa, tam da onlara hitap ediyor.

Toparlamak gerekirse, tavsiye edeceğim bir filim değil ancak bir biyografi tadında olduğundan meraklıları için izlemeye değer diye düşünüyorum. Gerisi farklı filimlere baksın. :)

Sonra görüşürüz..

Günün Gafı

Başbakan'dan Galatasaray taraftarlarına:"Daha anlaşmayı yapmadık.." :) :)

Sadece gülüyorum bu halimize. Protesto etmenin demokrasinin gereği olduğunu vurgulayanlar, protestolar aleyhlerinde gerçekleştiğinde tuhaf tepkiler veriyorlar. Ben bu cümleden tehdit kokusu aldım, umuyorum ve diliyorum ki yanılmışımdır. Hemen belirtelim, GS Başkanı da kendi taraftarlarına sahip çıkmamıştır. Protesto edenleri tespit edeceklerini, onlara yaptırım uygulayacaklarını belirtmişler. E bu ülkede, suç kapsamında görülen ancak özgürlük çatısı altında protestolarına izin verilen eylemler yok muydu?
Bir benzeri Sinan Erdem'de yaşanmıştı. Medyada bunları okumazsınız baştan söyleyeyim, yaşayanlar bilir. Salonun kapısında Cumhuriyet/Uykusuz gibi yayınlar toplandı. Diğer maçlarda fişlenenler içeri sokulmadı vs vs. Tabi bunlar hiç bahsedilmedi, dediğim gibi görenler bilir bunu. Demokratikleşmemiz bu şekilde olacaksa, kendimizi soyutlasak iyi olacak sanırım. :)

Günün gafına gelecek olur isek... O geceye dair asıl bomba Mehmet Bayraktar'dır bana göre, açık ara. :) Noktasına virgülüne dokunmadan paylaşmak istiyorum sözlerini. Anlatım bozuklukları kendisine aittir: "Ali Sami Yen'de kiracılık hükümlülüklerini yerine getiremeyen Galatasaray yönetimi, ve aynı şekilde bu arazide de aynı şekilde yerine getiremedi. Bu stad olmayacakken, başbakanımız bu stadı yaptırdı"
GS'nin stadına gideceksin.. Adamların gözünün içine baka baka lafları dizeceksin.. :) Amca sen ne yaptın yaa..?? :)


Detayları arkadaşlarımla konuşurum, blog için üst limite ulaşılmıştır efendim. :)

Sonra görüşürüz..

15 Ocak 2011 Cumartesi

5N1K, Ne Alaka..

Yeniden merhaba herkese,

Az önce Brent's Method'ı anlatacaktım ama anlatımı vs çok uzun sürecek gibiydi, o yüzden kısa süreliğine erteliyorum. Onun yerine bir iki haber vereyim size, tabi ki teknoloji dünyasından.

Öncelikle Blogger'daki alt satıra inen imleç sorunu ısrarlı uyarılarıma rağmen sürüyor. Eski versiyondaki resim yükleme sorunu gibi oldu bu da..

Bir diğer konu ideal telefonumu bulmuş olmam. :) John's Phone isimli Hollandalı bu şirin firma(!) sadece konuşma yetisine sahip bir telefon icat etmiş. Başka da özelliği yok. 60-80 Avro civarında bir fiyata sahip olunabilirmiş. Hep savunduğum sadelik prensibi elbet bir gün dünyaya hükmedecek ve bu telefon o zaman değerlenecek. :D:D

Diğer ilginç haberi de az önce okudum. Apple ve Microsoft, AppStore ifadesi için birbirine girmiş. Apple bu ifadeyi markalaştırmaya çalışırken, Microsoft da, bana göre haklı olarak, buna karşı çıkıyor. Çünkü app ve store kelimeleri çok genel... Uygulama ve mağaza anlamlarına geliyor ve izin verilmemesi gerekiyor diye düşünüyorum. Appstore.com alan adını da SalesForce.com'dan daha önce satın almıştı Apple, hatırlarsanız. Ama işin bir diğer yönü, Windows apps'ler Apple'ın Iphone app'lerinin çok çok gerisinde ve Apple bunu kendine reva görüyor olabilir. :)

Hasta hasta bana kayıt girdirdiniz yaa.. :)

Sonra görüşürüz..

Yok Artık..

Google bile çözmüş bizi. :) Çeviride çığır açılmış.. Resmi büyütün lütfen...

Not: Bu çeviriyi bulan Burcu arkadaşımıza da katkısından ötürü çok teşekkürler.

9 Ocak 2011 Pazar

Bana Ne Yaptın?

Kayıp Çocuk Masalları albümünü edindim geçenlerde. 2 tane oldukça sağlam parça var. Diğerleri de gayet iyiler tabi. Ama favorim kesinlikle: "Bana ne yaptın" isimli parça... Böyle bir söz olamaz, böyle bir yorum hiç olamaz... Dinlemeyenler varsa, en kısa zamanda dinlemeliler. Şarkıdaki o iniş çıkışlı yorumlar kusursuz.

Sözleri:

(Bugün günlerden hiç benim adım yok. Kanatlanıyor içimden binlerce siyah kelebek. Savruluyor rüzgârda yaprak gibi
Kalbim, uzaklarda bir yerde. Kalbim kayıp.)
Sessiz, yorgun, ağır, gözkapaklarım kapanıyor yine… Yine…
(Karanlığa dokunabiliyor sanki ellerim.)
Yıkık, dökük, bu şehrin duvarları birer birer üstüme yıkılıyor yine…
(Sadece sesler duyuyorum..)
Yine…
(Ayak sesleri uzaklarda..)
Kuş sürüleri terk ederken bu şehri, ardında yoksul ve kimsesiz çocuk gibi bırakıyor yine…
(Susuyorum.)
Yine…
(Sessizlik keskin..)
Ve sonbahar sinsice yaklaşarak peşinde köpek gibi bir yalnızlığı üstüme sürüklüyor yine…
(Bekliyorum)
Yine…
(Beklemek keskin)
Sözler hep yalan! Yeminleri unut!
Bir veda bir sebepsiz tokat gibi çarpıyor yine…
(Burdan gitmem gerek)
Yüzüme…
Şarkılar yalan! Duyduklarını unut!
Bir hikaye rüzgarın ellerinde savruluyor yine…
(Herşeyi unutmam gerek)
Yine!
Kestim! Akıttım! Damarlarımdaki kanımda akan o kirli siyah yalanları!
(Acımıyor bileklerim)
Olmadı!
(Acımıyor hiç)
Sildim! Çıkardım! Yüzümden kazıdım yüzüme çizdiğin o siyah derin yazıları!
(Acımıyor ellerim avuçlarım)
Olmadı!
(Acıtmıyor hiçbirşey)
Kustum! Tükürdüm içimde senden kalan o keskin o acıtan hatıraları!
(Acımıyor tenim, ve acımıyor)
Olmadı!
(Dokunduğun yerler)
Söktün! Defalarca diktim o küçük ellerinle açtığın ve sızlayan bütün yaralarımı!
(Acımıyor artık kalbim)
Olmadı!
(Kalbim)
Bana ne yaptın… Ne yaptın… Ne yaptın… Ne yaptın çocuk!
(Sadece sessizce durdum ve öylece izledim bir meleğin ellerindeki ellerimin izlerini.)
Niye yaptın… Niye yaptın… Niye yaptın ahh çocuk!
(Sadece sessizce durdum ve öylece izledim bir meleğin ellerindeki kaderimin sökülüşünü.)
Bana ne yaptın… Ne yaptın… Ne yaptın… Ne yaptın çocuk!
(Sadece sessizce durup öylece izlemek istedim bir meleğin ellerindeki kalbimi.)
Niye yaptın… Niye yaptın… Niye yaptın ahh çocuk!
(Sadece öylece durup sessizce izlemeyi istedim, sadece bir meleği sevmeyi.)
Göremiyorum, duyamıyorum artık dokunamıyorum çocuk!
(Hep bir şey eksik gibi ve hep bir şey yarım ve hep bir şey yok artık sanki.)
Anlatamıyorum anlatamıyorum artık ağlayamıyorum çocuk!
(Ne bir ışık var ne de bir şarkı artık sokaklarında bu kaybetmiş şehrin)
İnanmıyorum inanmıyorum artık inanamıyorum çocuk!
(Ne bir isim var duvarlarında, ahh ne de okunabilen bir cümle.)
Bilmiyorum bilmiyorum artık sevemiyorum çocuk!
(Sadece sessizce durdum ve öylece izledim bir meleğin ellerindeki ölümümü.)
Ne yağmur, ne kar, ne yüzüme vuran rüzgar, canımı yakan acıtan sonbahar, daha dinmedi çocuk!
(Öyle beyaz ve öyle)
Seni silmedi çocuk!
(Öyle maviydi ki)
Alev alev yanan kirpiklerinden saçılan kıvılcımlarınla başlayan bu yangın daha sönmedi çocuk!
(Öyle güzeldi ki ve öyle..)
Sönemedi çocuk!
(Öyle masum ama… )
Bu viran şehirde, bu viran hikaye henüz bitmedi!
Bitmedi bitmedi bitmedi çocuk!
(Öyle yanlış öyle…)
Bitemedi çocuk!
(Öyle yanlış ki ve öyle… )
Bu aciz şarkılar, bu aciz dualar seni geri getirmedi getirmedi getirmedi çocuk!
(ve öyle çocuk)
Dönmedin çocuk!
(Kalbim…)
Bana ne yaptın… Ne yaptın… Ne yaptın… Ne yaptın çocuk!
(Tüm maviler kirli şimdi ve tüm beyazlar utanç içinde ve sadece uyumak)
Bunu niye yaptın… Niye yaptın… Niye yaptın… Niye yaptın çocuk!?
(Uyumak istiyorum… )

Linear Quotient

Merhaba arkadaşlar,

Bugün, daha önce başlamış olduğumuz, collision resolution algorithms without links(bağlantı olmadan çakışmaları çözme algoritmaları)'e devam edeceğiz. Bugünkü konumuz Linear Quotient. Bu algoritma, Progressive Overflow yöntemine çok benzer. O yöntemde, collision olduğunda, kaydı bir sonraki boş adrese yerleştiriyorduk. Yani artım sayımız 1 idi(1 sonraki adres doluysa, yine 1 sonrasına gidiyorduk. Hatırlayamayanlar için: http://gurkanalkan.blogspot.com/2010/12/progressive-overflow-linear-probing.html). Linear Quotient'te ise artım sayısı değişkendir. Yani collision(çarpışma) olduğunda, 1 sonraki kayda bakmak zorunda değiliz. Artım sayısı kaç ise, o kadar ötedeki adrese yerleştiririz. Bu sayede probe(adım) sayısı azaltılarak, average probe(bir kayda ulaşmak için gereken ortalama adım sayısı) düşürülmüş; başka bir deyişle progressive overflow'a göre performans artışı sağlanmış olur.

Peki bunca şeyi nasıl yapıyoruz? 2 adımda yaparız. Önce her zaman olduğu gibi, değerin home adress'ini bulan hash fonksiyonuna tabi tutarız. Ardından collision yaratan kayıt varsa şayet, o kayıt için artım miktarını belirleyen ikinci bir hash fonksiyonunu uygularız.
hash1=key modP
hash2=Quotient(key/P) modP

Yine Alan Tharp ve yine klasik örneğimiz diyorum. :)

SORU: 27-18-29-28-39-13-16-42-17 mod 11

ÇÖZÜM:
hash(27)=5 mod11
Tablomuza ilk elemanımızı sorunsuzca yerleştiriyoruz.

SıraAnahtar Değeri
0
1
2
3
4
527
6
7
8
9
10



İkinci elemanımıza geçelim. hash(18)=7 mod11
7 numaralı adres(göz) de boş olduğundan, 18'i de sorunsuzca yerleştiririz.

SıraAnahtar Değeri
0
1
2
3
4
527
6
718
8
9
10


Sıradaki kayda geçelim.
hash(29)=7 mod11
Evet arkadaşlar, konuyu anlama vakti. :) Collision oldu şimdi. 7 numaralı adrese az önce 18'i yerleştirmiştik, 29'u yazamayız artık. Linear Quotient'te şöyle yapıyoruz: Collision'ı yaratan kaydı buluruz. Örneğimizde collicion'a sebep olan değer 29. O halde collision'a sebep olan kaydın(29) artım miktarını bulmalıyız. Yani ikinci kez hash fonksiyonuna tabi tutarız. O da şöyledir: 29/11=2. Yani 29'u, mod 11'e göre yaptığımızdan dolayı, 11'e böldük. Bölen 2 çıktı. Bizi bölen değer ilgilendirir, kalan ilgilendirmez. Bölen değer bizim artım miktarımız oluyor aynı zamanda.
Şimdi... 29 değerinin home adress'i 7 çıkmıştı. Artım miktarını(bölen değer) 2 bulmuştuk.. Yani 7 numaralı adresten 2 birim ötesine bakarız. 7+2=9 numaralı adrese bakarız. Orası boş ise şayet, 29'u yerleştiririz. Boş olduğunu gördüğümüze göre, yerleştirelim.

SıraAnahtar Değeri
0
1
2
3
4
527
6
718
8
929
10

Herhalde neden Quotient isminin kullanıldığını anlamışsınızdır. Quotient, bölen demektir. Biz de artım miktarını bulurken, değerimizi, mod değerine bölüyoruz ve böleni alıyoruz...

Sırada 28 var.
hash(28)=6 mod11
6 numaralı adres boş olduğundan sorunsuzca yerleştiririz.

SıraAnahtar Değeri
0
1
2
3
4
527
628
718
8
929
10

Sırada 39 var.
hash(39)=6 mod 11
Yine collision oluştu. 6 numaralı adrese az önce 28'i yerleştirmiştik. O zaman collision'ı yaratan kayıt olan 39'u ikinci kez hash'leyeceğiz.
39/11=3. Bölen 3, kalan 6. Ancak bizi sadece bölen ilgilendirir. (Bu arada hep 11'e bölmemizin sebebi, soruda mod 11 olarak verilmesindendir. mod7 denseydi, 7'ye bölerdik)
6 numaralı adrese yerleştirememiştik. Artım miktarı 3 çıktığından, 3 birim sonrasına gideriz: 6+3=9 numaralı adres. Ancak 9 numaralı adreste de 29 değeri var, yani yine dolu... O zaman bir 3 birim daha gitmeliyiz. Ta ki boş alan bulana dek gideriz. (Ancak sonsuza kadar gidilmez tabi. Tekrardan 6 numaralı adrese geldiğimizde, bu işlemi sonlandırırız.). 9 numaralı adresten, 3 birim daha gidersek, 1 numaralı adrese gideriz. Orası boş, o halde 39'u yerleştirebiliriz.

SıraAnahtar Değeri
0
139
2
3
4
527
628
718
8
929
10

Sırada 13 var.
hash(13)=2 mod11
2 numaralı göz boş olduğundan sorunsuzca yerleştiririz.


SıraAnahtar Değeri
0
139
213
3
4
527
628
718
8
929
10

Sıra geldi 16'yı yerleştirmeye.
hash(16)=5 mod11
5 numaralı göz dolu.
16/11=1.(Bölen 1, kalan 5; bizi sadece bölenin ilgilendirdiğini hatırlayın)
Yani 1 birim öteleyerek uygun/boş adresi bulacağız. 5 numaralı adres dolu idi. 1 birim sonrası:6 numara da dolu. 1 birim daha ötelersek:7 numaralı göz de dolu. 1 birim daha ötelersek:8 numaralı göz boş. 16 değerini 8 numaralı göze yerleştirebiliriz.



SıraAnahtar Değeri
0
139
213
3
4
527
628
718
816
929
10

Sırada 42 var.
hash(42)=9 mod11
9 numaralı göz dolu maalesef.
42/11=3 (Bölen 3, kalan9. Bizi yalnızca bölen ilgilendiriyor)
9 numaralı gözden 3 birim öteye gideriz:1 numaralı göz de dolu. Yine 3 birim öeteye gideriz:4 numaralı göz boş. O halde 42'yi oraya yerleştiririz.




SıraAnahtar Değeri
0
139
213
3
442
527
628
718
816
929
10

Son olarak 17'yi yerleştirelim.
hash(17)=6 mod11
6 numaralı adres dolu olduğundan, yeni collision'ımız hayırlı uğurlu olsun. Hemen ikinci hash fonksiyonumuza geçelim.
17/11=1 (Bölen 1, kalan 6. Biz sadece bölene bakarız)
6 numaralı göz doluydu. 1 birimötelersek:7 numaralı göz de dolu. Yine 1 birim ötelersek, 8 numaralı göz de dolu. Yine öteleyelim:9 numaralı göz de dolu. Durmak yok, yola devam, öteleyelim efendim:10 numaralı göz boş. O halde hemen 17'yi yerleştiriyoruz.





SıraAnahtar Değeri
0
139
213
3
442
527
628
718
816
929
1017

Böylece bir kayda erişmek istediğimizde, bunu daha az adımda başarabileceğiz. Average probe da yaklaşık 1.9 çıkmakta. Bu yöntemde de kayıt silmek istediğinizde tombstone kullanmalısınız. Sebebini diğer kayıtta açıklamıştım gerçi: arama yaparken, arada boşluk olur. Arama işlemi de boşluğu görünce sonlanır. O yüzden kayıt silerken, yerine bir işaret koyarız. Böylece orda kayıt olmasa da, ordan bir yol geçtiğini biliriz. Yerine yeni bir kayıt geldiğinde de tombstone'u kaldırırız.

Eğer arada anlamadığınız terimler var ise, sormaktan çekinmeyin. Çünkü bugün bazı yerleri anlamayan arkadaşlarım olduğunu öğrendim. Konu bütünlüğü için tüm hash konularımı okumanızı öneririm, eğer vaktiniz varsa.

İyi akşamlar.

4 Ocak 2011 Salı

Bucket Kullanımı (Blocking Factor)

Merhaba arkadaşlar,

Akşam vakti çok kısa bir konuya değineyim dedim. Hash algoritmalarında dikkat ettiyseniz anahtar değerini tutan bir göz vardı hep. Her bir gözde, veya daha resmi dilde konuşmak gerekirse, her bir adreste tek bir değer tutulabiliyordu. Aslında bir değil birkaç değer de tutabiliriz biz. Biz sadece. :P Saçmalama eşiğime dayanmadan devam edeyim. :) İşte bu yüzden bucket(demet, buket) demişler adına. Buna page veya block da diyorlar. Bir bucket içerisinde saklanılan kayıt sayısına da blocking factor demişler arkadaşlar.

Blocking Factor arttıkça, bu değerler hafızaya çekilir. Tabi tüm bu bucket'ların hafızaya sığdığı varsayılıyor. Sığmazsa zaten sorun var demektir. Sığmıyor diyen varsa, mesaj atsın, anlatırım. :) Değerler hafızaya çekildiğinden ötürü de, yapılan aramalar, işlemler vs çok hızlıdır.
Hangi algoritmayla kullanılırsa, onun özelliklerini uygular. Ara hafızaya(cache) çekilebilecek boyutta olması tavsiye ediliyor(maksimum performans için).
Hafiften lojik'e de kayalım, koptuk gidiyoruz zaten. :) Hafızaya değerleri çekerken "databus", yani veri yolu, boyutu ile ilişkilendiririz ki çok yer kaplayıp, işlemleri yavaşlatmasın. Yani biz sistemi hızlandıralım derken, tam tersine daha da yavaşlatabiliriz. Bu husus önemli.

Şimdi bunun örneğini yapmayacağım uzun uzun. Kısaca göstereyim.
5-9 değerleri verilmiş olsun. mod 4'e göre yapalım.Blocking factor=2

hash(5)=1 mod4
Hemen 5 değerini 1 numaralı adrese yerleştirelim.

SıraAnahtar DeğeriAnahtar Değeri
0
15
2
3

Dikkat ettiyseniz, mod 4 olduğundan tablo 0-3 arasında ve iki tane değer saklayabiliyor. Blocking Factor 2 denmişti, o yüzden de iki değeri de muhafaza edebilir tek bir adreste...
Diğer değeri yerleştirelim.
hash(9)=1 mod4

SıraAnahtar DeğeriAnahtar Değeri
0
159
2
3
Gördüğünüz gibi collision olmadı. Aynı adresteki diğer alana yerleştirdik. Bucket olayının mantığı bu arkadaşlar. Kullandığınız algoritmaya göre ayarlarsınız. Ara bilgi mahiyetinde bir kayıt olsun bu da. :)

Sonra görüşürüz..

2 Ocak 2011 Pazar

Fazıl Say Noktayı Koydu

Murat Bardakçı'nın programında bir utanç yaşanmış geçenlerde. Gerçi sunanlar yaşamamış bunu ya.. Ünlü Türk Beşleri'ni duymuşsunuzdur. Hasan Ferit Alnar, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey , Necil Kazım Akses ve Ahmet Adnan Saygun... Ulu Önderimizin gayretleriyle müzik eğitimlerini almış ve bunu ulusuyla paylaşmayı görev edinmiş büyük Türk Sanatçıları. Evet, burada kullanmaktan hep kaçındığım "sanatçıları" kelimesini özellikle vurguluyorum. Bu büyük ustalardan "Türk Leşleri" diye bahsedilmiş! İnsanın kanı donuyor bunları görünce. Demek ki Fazıl Say'dan sonra ana hedef de bu imiş! Klasik Müzik yeni düşman ilan edildi böylece. Bu sözlerin ahlaksızlık boyutunu nasıl tarif etsek.. 


Büyük Usta Fazıl Say da bu çirkinliğe tepki gösterdi:

YETER!!!
Televizyona çıkıyor:
"Dünya'da klasik müzikte ilk 1000 icracıdan hiç biri Türk değildir"
diyor.
Ve tatsızlığa devam ediyor...
Tatsızlığın da ötesi.
YALAN!
Ne mi yalan?
1965 basımı bir Almanca "çağımızın en önemli piyanistleri" kitabında İdil Biret var. (150 piyanisti anlatan kitap)
2010 basımı bir Almanca "çağımızın en önemli piyanistleri" kitabında Fazıl Say var. (80 piyanisti anlatan kitap)
Borusan dörtlüsü daha yeni dünya birincisi oldu New York'ta.
Elif Şahin ve partneri daha iki ay önce dünyanın en önemli Lied Yarişması Hugo Wolf yarışmasında dünya birincisi oldu.
Leyla Gencer'i bilmeyen utansın.
Güher-Süher Pekinelleri bilmeyen utansın.
13-14 yaşında çocuklarımız ödüller
kazandı ardı ardına bu yıl.
ARTE-MEZZO kanallarında geniş-portre programlarımız yayınlandı.
Bütün orkestralarla çaldık. Çalıştık...
Ama artık insan kızıyor!
Bu adamın bir sorunu var...
Çünkü...
En büyük festivallerin hepsinde Türkler var.
En iyi orkestraların hepsinde Türkler çalıyor.
Türklerin artık çok iyi orkestrası da var.
İcracısı da var. Bestecisi de var...
Dünyada en fazla 15 müzisyen sayabilirsiniz adına festivaller düzenlenen.
Dünyada en fazla 5 müzisyen sayabilirsiniz, Çaykovski'nin konçertosunu çalıp da konserin ikinci bölümünde kendi senfonisi çalınan.
Dünyanın en seçkin festivallerinde, salonlarında "Artist in Residence -Composer in Residence" konumuna geliyoruz.
Dünyanın en seçkin CD ödüllerini kazanıyoruz.
Fransa’da, Almanya’da, Avusturya'da Japonya'da yılın CD’si, hatta yılın sanatçısı seçiliyoruz.
Yüzyılın en önemli 50 CD'si arasında seçilmişti Stravinski.
Yarışmalar kazanıyoruz.
Hiç biri yetmiyor...
Ama yani...
Döküman ortadadır.
İlk 1000 icracı diye bir "tanım" yoktur müzikte.
Öyle bir şey yok. Varsa da konuya ve gerçekliğe uzak.
Artık şu saçmalık kesilse... 

Fazıl Say

Muhteşem Yüzyıl, Aşk-ı Derun

Az önce yayın akışlarına bakarken fark ettim. Show TV tarihi bir konuyu ele alan bir diziyi gösterime koyuyormuş. Konu da Kanuni ile Hürrem'in aşkı. Dizinin sitesini bile yapmışlar. Hatta forumu da var. :) Hazırlık süreci bir hayli uzunmuş söylenenlere göre ve bir o kadar da masraflı bir çalışma imiş. Haliyle akla gelen ilk soru Kanuni ve Hürrem'i kimin oynadıkları. Kanuni'yi Halit Ergenç, Hürrem'i ise Meryem Uzerli oynayacak.

Ülkemin güzel insanlarının tarihi dizilerden öğrenmeye çalıştıkları düşünülecek olursa, dizi konusunun çok dikkatli işlenmesini dilemekten kendimi alıkoyamıyorum(bkz. Kurtlar Vadisi izlediklerinden ötürü yakın tarihimizin profesörü olduğunu düşünenler). Dizinin danışmanlarından biri de Erhan Afyoncu olmuş. Çok fazla tanımıyorum kendisini, ama katıldığı programın bunda etkisi olmuş da olabilir.

Son olarak, utanarak belirtmek istiyorum ki, derun kelimesinin anlamını bilmiyordum. Ancak Farsça kökenli olmasından ötürü biraz da olsa kendimi teselli edebiliyorum. :) Anlamı:gönül, yürek, öz. Benim gibi bilmeyen varsa diye.. :)

Sonra görüşürüz..

"Nereye Gidiyorsun"dan Alıntı..

Gitmek yenilmek değil,
Kazanmak da...
Gitmek gitmektir işte,
Hepsi bu...