29 Ocak 2012 Pazar

Türk; Öğün, Çalış, Güven!

Geçtiğimiz haftalarda öğrendiğim bir konuyu sizlerle paylaşmak istedim. "Türk; Öğün, Çalış, Güven!"
Bu sözü bilmeyeniiz yoktur sanırım. Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün vecizelerinden sadece bir tanesidir. Ama yazımı tam bir muaamma idi.
Eskiden her yerde "öğün" şeklinde görürken, zamanla "övün" diye okuduk. Çoğu yerde "övün" yazmakta artık. Türk Dil Kurumu, ö ve ü harfleri arasında kalan ğ harfinin, v harfine kayması şeklinde bir kural koymuş.
Eskiden "döğüş" derken, şimdilerde "dövüş" denmesi gibi. Bu örneği neden verdim, çünkü bazıları öğün kelimesinin yemek ile ilgili olmasından mütevellit değiştirildiğinden bahsediyor, alakası bile yok. :)
Yani işin doğrusu "öğün" şeklinde. TDK konuşma diline yerleşmiş bazı kelimeleri yazı dilinde de kabul etmiş görünüyor ki çok yanlış bir hareket olmuş.
Ayrıca koydukları kuralın tutmadığı örnekler de mevcut. "Söğüş" kelimesi örneğin. Bu kurala göre söVüş olmalıydı ama olmamış. Veyahut "söğüt" örneği...
Uzun lafın kısası, Türk; Öğün, Çalış, Güven!
Yazımda katılmadığınız veya yanlış olduğunu düşündüğünüz noktalar varsa iletebilirsiniz. Aksi ispatlanırsa da yazıyı hemen değiştirebilirim.
Görüşmek üzere...

StumbleUpon

Bu kez bahsedeceğim site işinize yarayacak cinsten. StumbleUpon.
E-posta adresinizi, kullanıcı adınızı giriyorsunuz. Son adımda ya facebook kullanıcınızla oturum açıyor ya da resimde gördüğünüz harfleri yazıyorsunuz ve kayıt işlemleriniz tamamlanmış oluyor. akabinde gelen ekrandan tüm ilgi alanlarınızı "tik"lemek suretiyle seçiyorunuz. Ve işlem tamam! :)
Dünyanın dört bir yanından ilgili siteleri sizin seçtiğiniz kategoriye göre getiriyor StumbleUpon. Hoş sonuçlar aldım ben, eminim siz de ilgi alanlarınıza göre bir şeyler bulacaksınızdır.

Anlık Duygu Paylaşımı :)

Bir bu eksikti, meğer böyle bir hizmet de varmış aslında. :) Twitter'da insancıkların attığı duyguları anlık çekerek tüm dünyaya açan iki site buldum. Daha da çıkar muhtemelen.
İlki We Feel Fine
Diğeri ise Twistori
İnsanların twitter'da yazdıkları "love, feel, wish, beleive, think, hate" vs mesajları toplamışlar. İlginç şeyler çıkıyor arada. Meraklılarına duyurulur. Gerekli mi derseniz, saçmalığın daniskası ama hani böyle de bir şey varmış, görmeyen kalmasın dedim. :)

15 Ocak 2012 Pazar

Mesela Benim On Sene Yatmam, Laf-ı Güzaf...

Ben içeri düştüğümden beri
güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ona sorarsanız:
“Lâfı bile edilmez, mikroskobik bir zaman.”
Bana sorarsanız:
“On senesi ömrümün.”

Bir kurşun kalemim vardı
ben içeri düştüğüm sene.
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
Ona sorarsanız:
“Bütün bir hayat.”
Bana sorarsanız:
“Adam sen de, bir iki hafta.”

Katillikten yatan Osman, 
ben içeri düştüğümden beri, 
yedi buçuğu doldurup çıktı, 
dolaştı dışarlarda bir vakit,
sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri,
altı ayı doldurup çıktı tekrar,
dün mektup geldi, evlenmiş,
bir çocuğu doğacakmış baharda.

Şimdi on yaşına bastı,
ben içeri düştüğüm sene, ana rahmine düşen çocuklar.

Ve o yılın titrek, ince, uzun bacaklı tayları,
rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldular çoktan.
Fakat zeytin fidanları hâlâ fidan, hâlâ çocuktur.

Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde
ben içeri düştüğümden beri.
Ve bizim hane halkı
bilmediğim bir sokakta, görmediğim bir evde oturuyor.

Pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek
ben içeri düştüğüm sene.
Sonra vesikaya bindi,
bizim burda, içerde, birbirini vurdu millet
yumruk kadar, simsiyah bir tayın için.
Şimdi serbestledi yine,
fakat esmer ve tatsız.

Ben içeri düştüğüm sene
İkincisi başlamamıştı henüz.
Daşav kampında fırınlar yakılmamış,
atom bombası atılmamıştı Hiroşima’ya.

Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman.
Sonra kapandı resmen o fasıl,
şimdi üçüncüden bahsediyor Amerikan doları.

Fakat gün ışıdı her şeye rağmen
ben içeri düştüğümden beri.
Ve “Karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp
doğruldular” yarı yarıya.

Ben içeri düştüğümden beri
güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine,
ben içeri düştüğüm sene onlar için yazdığımı:
“Onlar ki toprakta karınca
suda balıkhavada kuş kadar çokturlar,
korkak, cesur, cahil, hakîm
ve çocukturlar,
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
şarkılarımda yalnız onların mâceraları vardır.”

Ve gayrısı,
meselâ benim on sene yatmam,
                   lâfü güzaf.

Bugün resmi kayıtlara göre Nazım Hikmet'in 110ncu doğum günü. Geçmişimizdeki her önemli ismi unuttuğumuz unutturduğumuz gibi, bugünü de es geçtik, haber bile yapmadık. Nacizane kutlamak istedim.
Yukarıdaki muhteşem satırları Genco Erkal'dan dinlemek isteyenler için ise: http://www.youtube.com/watch?v=0Mq9Ri8CjMg

14 Ocak 2012 Cumartesi

Uzun Ömer

Bir nostalji ile akşamı kapatmak istedim. Resimdeki kişiyi tanıyanlar var mıdır acaba.. Eskiler belki ama özellikle 70'ten sonra doğanların fazla tanımayacağını düşünüyorum. Eski Galata Köprüsünün altındaki meşhur piyango bayisinin sahibi. Hatta öyle anlatılır ki, İstanbul'a gittim diyenlerin mutlak suretle uğradığı yermiş, sırf kendisini görmek için... Boyu 225 cm imiş. O dönemdeki sükseyi varın siz düşünün. :) Kendisinin vefatından sonra bir süre ayakkabısı bayide sergilenmiş. İnsanlar ayakkabısını görmeye gider olmuşlar. İstanbul'un tarihinden bu küçük anı ile hepinize iyi akşamlar dilerim. :)

Kıraathane & Kahvehane

Bugün gözüme bir "kıraathane" tabelası çarptı. Aklıma lisede tarih öğretmenizin anlattığı konu geldi tabi. :) Hemen paylaşayım: kıraathane kelimesi kıraat ve hane kelimelerinin yanyana getirilmesinden oluşur. Kıraat Arapça'da okumak anlamındadır. Yani okunan yer manasında kullanılır. Eskiden bu şekilde imiş gerçekten de. Yani dönemin okumuşları, veya bugünün popüler deyimiyle aydınları, hep kıraathanelere gider ve bir şeyler okunur imiş. Şimdilerde ise kıraathane yok, kahvehaneler var. Haklarını yemeyelim, oralarda da gazetelerin iş ilanları ve spor sayfaları okunuyor. Veyahut kağıt oyunları... Velhasılıkelam, günümüzde kıraathane kelimesini kullanmak pek de anlamlı gelmemekte.

Rauf Denktaş(1924-2012)

Türk Milletinin başı sağolsun. Kıbrıs'ın bugünlere gelmesinde en büyük emek sahibi güzel insanı dün itibarıyla kaybetmiş bulunmaktayız. Kendisi tüm "ver-kurtul"culara karşı son nefesini verene kadar savaşmıştır. Cumhurbaşkanlığından ayrılışı bile hala oldu bitti gibi geliyor bana. Akabinde aleyhindeki meşhur telefon konuşması(kim olduğunu biliyorsunuzdur herhalde), zehirlendiği iddiaları vs derken bugünlere kadar gelmişti Sayın Denktaş. En son kendisi ART'te program yapmaktaydı. Haberlerde izlediğim kadarıyla hastanede bile hala Kıbrıs Meselesi hakkında cümleler dökülmüş dudaklarından. O Kıbrıs için tüm ömrünü harcadı, umuyorum ki Kıbrıs da gece hayatı ve casinolarla ünlenmiş kimliğini bir kenara bırakır ve Denktaş'ın Kıbrıs'ı gibi olur. Bu süre zarfında 3 çocuğunu kaybeden Denktaş, çocuklarının yasını bile tutma fırsatını bulamadığını belirtmiş vakti zamanında. Çok büyük bir insana veda ettik, mekanı cennet olsun.

NFC(Near Field Communication)

Yeni bir teknolojiden bahsetmek istedim bugün. NFC, birebir çeviri ile, Yakın Alan İletişimi. Cihazların birbirine değmesi veya az yakınlaşması ile kullanılacak olan iletişim teknolojisidir.
NFC özellikli telefonlar ise çoktan üretildi ve test edilmekte. Tüm bilgiler SIM kartınızda tutulur. Maksimum 20cm mesafeden etkileşime geçebilir. SIM üzerinde kredi kartı bölmesi, operatör bilgileri vs bulunmakta. Tüm bilgiler SIM'de bulunmakta yani.
Mesafenin kısa tutulması daha çok güvenlikle alakalıdır. Çünkü NFC teknolojisi ile neler yapabileceğimizi sıralamak gerekirse: kredi kartı ödemeleri, maç/sinema vs bilet alma, hızlı dosya paylaşımları, işyerlerinize vs fiziksel giriş çıkışlar, mobil cüzdan, etiket okuma(rfid gibi), e-kimlik, arabanızın anahtarı...
Saymakla bitmez. :)
İşte bu noktada NFC destekli telefon/elektronik cihaz eksikliği en büyük problem olarak görünmekte. Iphone 4S'e odaklandı herkes son dönemde ama asıl bomba NFC olacaktır 1-2 sene içerisinde. Ayrıca güvenliğin nasıl daha üst seviyeye çekilebileceğini de bekleyip göreceğiz.
Birazdan görüşürüz.

6 Ocak 2012 Cuma

Cemalettin Seber

Bu isim sizi bir şeyler anımsattı mı acaba? Eğer tahmin edebildiyseniz, tebrik ediyorum çünkü ben ilk duyduğumda hiçbir fikrim yoktu.
Bir kopya daha verelim bu zat-ı muhtereme ait bir söz:" Mutlu olmanın yolunu, karşıdakini mutlu etmek sanıyorduk. Yanıldık! Çünkü ne kadar mutlu ettiysek, o kadar yalnız kaldık"
Bu söz Cemal Süreya'ya ait diyenleriniz vardır hemen. Doğrudur da. Cemalettin Seber, şairin asıl adıdır. Şiirlerini, yazılarını okumayan yoktur muhtemelen. Onu en iyi anlatan dizeler şunlar bence:


Tanrı binbirinci gece şairi yarattı, 
Binikinci gece Cemal'i.
Binüçüncü gece şiir okudu Tanrı, 
Başa döndü sonra,
Kadını yeniden yarattı.


Gelelim bu yazıda Cemal Süreya'nın paylaşacağım önemine. Cemalettin Seber, 60'larda Maliye Müfettişi olarak Çanakkale'ye teftişe gönderilir. Teftişleri esnasında, Çanakkale Savaşından kalma topların tüccarların eline düştüğünü görür ve bunu hemen raporlar. Akabinde bu topların satışları engellenir ve bir tarihin yok edilmesinin önüne geçilir. Yani kendisi sadece dizeleriyle değil, bu tarihi sorumluluğuyla da büyük bir iş başarmıştır.

Sonra görüşürüz..

İnkılap & İnkilap

Bugüne dek hiç dikkat etmemiştim ve böyle bir nüanstan bihaberdim. Bugün Attila Sarıkayalı'dan öğrendim bu farkın ne denli önemli olduğunu.

Efendim malumunuz, devrim kelimesinin siyasi bir kesime mal olduğunu düşünenler, Ataütürk Devrimleri ifadesini kullanmamak için İnkılap kelimesini kullandılar ve kullandırdılar. Bu konuya girmeyeceğim şimdi. Devrimlerin görmezden gelinmek istemesi düşündürücü. Neyse.. Konu şu ki, İnkılap kelimesi "değiştirmek"manasına gelen Arapça kökenli bir kelimedir. Burada mutabığız. Ancak gelin görün ki, ı harfi yerine i harfini kullanırsanız, İnkilap kelimesini kullanırsınız ki, anlamı "köpekleşmek" demek imiş. Netten araştırdım ve tabi ki başta bazı milletvekilleri olmak üzere, birçoklarının inkilap dediğini okudum. Atatürk kelimesi ile yanyana getirirseniz, bu ayrım daha da önem kazanır. Eğer o kişiler bunu bilinçli yapıyorlarsa, onlara karşı beslediğim duyguları buraya yazarak +18 sınırını zorlamak istemiyorum. Benim gibi bilmeyen vardır diye paylaşmak istedim.

Birazdan görüşürüz.

Facebook Credits

Merhabalar herkese,
Bu akşam Feysbuk oyunlarının müptelalılarının iyi bildiği ama henüz ülkemizde çok duyulmayan credits kavramından bahsedeceğim. Credits denen kavram, gerçek para ile oyun parası satın almaktır. Facebook içinde credits ile oyunlarda avantajlar elde edebilirsiniz. Şimdilik!
Her ne kadar yerden yere vursam da, aslolan insandır. :) İnsanların  körü körüne saatlerini heba ettiği bu site, aslında tam bir girişimcilik örneği. Daha önce Sosyal Medya yazımda(http://gurkanalkan.blogspot.com/2011/10/sosyal-medya.html) feysbuk'un yeni özelliklerine değinmiştim ki artık orda bahsettiklerim(timeline ve bazı app'ler) yavaş yavaş hayatınıza girdi. Daha da geleceklerdir. Bugün ise bambaşka bir şeyden bahsedeceğim.
Facebook Credits ile yakın zamanda facebook üzerinden şarkı/film alabileceğiz. Facebook parası ile yapacağız yani bu işi, tabi facebook parası için de gerçek para lazım. :))
Tutar mı diyorsanız, bence tutar. . :) Tüm dizileri yayınlandıkları akşam feysbukta izleyebileceğiz. Bu fikir TV'lerin rüyalarını kaçıracak cinsten. :) Tabi bu hamle Twitter'ın da ayağını kaydırır. :) Dizi izleyeceksin, dizinin tartışmasını da facebook üzerinden yapacaksın.. Normalde bir dizi oldu mu "tweet" atan insanlar bir anda feysbuka yönelecekler. Dizinin her bir anını yorumlayabileceksiniz.
Bunun bir de futbol maçları projesine dönüşeceğini düşünsenize bir... :D Ama feysbuk'un selameti için, dikkatli yapılması lazım bu hareketin. Örneğin Beşiktaşımız ile diğer İstanbul takımlarından birisinin maçını Feysbuk'tan milyonlar takip eder ve feysbuk çöker. :):) O yüzden herkesi kendi network'ünde tutarak veyahut odalar şeklinde bir yol bulmalılar.
Yazı ana konusundan sapmadan burada noktalamış olayım. :)